ZEYNEP NİNE, ZÜLEYHA VE SÜLEYMAN
Zeynep Nine'nin evi çay kenarına yakın yamaçtaydı. Şehirde yaşayan torunları yaz tatilinde köye gelmişlerdi.
Kuşluk vakti gölge boyu ayakların dibine geldiğinde, açık havada derenin suyu ılımıştı. Zeynep Nine, her zaman ki gibi torunlarını bir araya topladı ve çay kenarına indiler. Önceden çay kenarına büyük taşlar dizerek gölet oluşturmuştu. Büyük torun Yeliz, babaanneye yardımcı olma konusunda becerikliydi, cingöz, aktif bir çocuktu.
Evde mayolarını giyinip üstünden de giysilerini giyinmişti çocuklar. Çayın kenarına geldiklerinde giysilerini çıkarıp oluşturulan gölete girdiler. Haşarılıkları tuttu, birbirlerine su serpmeye başladılar. Yeliz su serpen Ümit’le Ceren’i yakalayıp suyun içine yatırdı.
Zeynep Nine, gölün kenarına oturdu. Sıcaktan bunalıp kuru yüzüne su serpiştirip, “Kudurmayı bırakın enikler, sırayla gelin dizimin dibine oturun sırtınızı keseleyeyim. Suda tepinmek, çırpınmak kir götürmez” diyerek çocukları suya girmişken keseleyerek temizlemek istedi.
Sırtlarının keselenmesi için çocuklar bu kez önceliği kapmak için itiş kakış yaparak babaannelerinin yanına çöktüler.
Ümit sıra kapmak istedi:
“Babaanne önce benim sırtımı kesele.”
Yeliz, Ümit’i itekledi. Önce benim sırtım keselensin, sen yürü git kurbağalarla dans et. Vak vak öterek çimin, taşın altında seni çağırıyorlar, diyerek gülücük attı.
Zeynep Nine, sudan çıkmak istemeyen torunlarına gülümsedi. “Ben de sizinle bir pazarlık yapayım. Bir gün birinizin sırtını önce keselerim ertesi gün birinizin. Böylece her gün biriniz öncelik alırsınız” dedi.
Sonra Yeliz’e dönerek, “Önce elimin altına sen gel, çünkü biraz sonra bu kuzucuklar acıkır. Eve gidip yufka ekmekle, çökelek, tereyağı, su getirirsin. Ben de ekmek arası dürüm yapar tutuştururum ellerine” dedi.
Çocuklar yiyecekten bahsedilince durup dinlediler. Bu arada Yeliz ön sırayı kaptı. Zeynep Nine, Yeliz’in önce uzun saçlarını sabunladı sonra keseleme işini bitirdi. Yeliz giyinip eve yiyecek almaya gitti.
Diğer çocukların sırtı keselenirken Yeliz ekmek, çökelek, tereyağı ve suyu bir solukta siniyle getirdi, büyükannenin yanı başına koydu.
Babaanne, kuşlar gibi başına toplanan beş torununa dürüm yaparak dağıttı.
Çocuklar yemeye başlarken, evin köşesinde kulübeden çıkan sarı köpek, çay kenarındaki boylu boyunca ve kayaların üstüne yayılan söğütlüğe doğru zincire vurarak havladı. Çocuklar bir şeyin farkına varmadı ama “köpeğin böyle havlaması tekin değildir” diyerek ayağa kalkan Zeynep Nine, “Siz dürümlerinizi yiyin ben şöyle bir dolaşacağım” diyerek söğütlüğe taraf yol aldı.
Ağaçların dibine vardığında karşısına genç bir kız ile oğlan çıktı.
Gençlerin rengi tunç kesilmiş, yüzleri kan ter içinde, kafese kapatılmış kuş gibi tedirgindiler. Gözleri irileşmiş, nefes alıp verişleri omuzlarını kaldırıp indiriyordu.
Zeynep Nine, gençleri tanımadı. Burası yol üstü de değildi; telaşa kapılarak, “Siz kimsiniz ne arıyorsunuz burada?” dedi.
İnce uzun boylu genç, elinin tersiyle yüzündeki teri silip yere çarparak Zeynep Nine'ye doğru yaklaştı:
“Teyzeciğim bizden korkma. Benim adım Süleyman, yanımdaki kız arkadaşımın adı Züleyha. Taşlıburun köyündeniz. İkimiz birbirimizi sevdik evlenmeye karar verdik. Züleyha’nın babası benim babamla yer kavgasından husumetliler. Ne babam gitti kız istemeye ne de kız babası bana kızını vermek istedi! Biz de burnundan kıl aldırmayan babalarımıza inat kaçmaya karar verdik. İşte şimdi buradayız! Züleyha’nın babasıyla bütün tayfası peşimizde! Burayı kimse bilmez, bizi evinde saklamanı istiyorum teyze. Ne olur bu isteğimi geri çevirme” diyerek zorlu bir istekte bulundu.
Kız ise sus pus. Utangaç bir halde, korkudan ve yorgunluktan kor gibi yanan yüzünde elini gezdirdi.
Zeynep Nine'nin kalbi küt küt vurarak, nasırlı, siyah damarları dal açmış elini ağzında gezdirdi. “Aman Tanrım! Oğlum, kızım ben sizi saklamakla başıma bela alamam! Eğer aç iseniz çocukların ekmeğinden size vereyim, kurban olayım size, gidin buradan” dedi.
Torunlar babaannelerinin başına toplandı. Kızarık yüzlü gençleri izlerken babaanneyi soru yağmuruna tuttular. Zeynep Nine torunları başından savmak istedi.
"Siz gidin dırdır etmeyin, dürümlerinizi yiyin bu gençler yolcu. Benden yol soruyorlar. Haydi çabuk gidin buradan” diyerek gönderdi çocukları. Ama çocuklardan Yeliz ile Ümit bir şeyler olduğunun farkına vardılar. Gene de sözü ikilemeden büyükannenin sözünü dinleyip tekrar gölün başına döndüler.
Zeynep Nine tedirgin oldu. Duman bacayı sardı, kaçakları saklayarak suç ortağı olmak istemiyordu.
“Adınıza öleyim gençler, yalvarırım gidin buradan! Şimdi bizim köylülerden de gören olur. El ağzı çuval ağzı. Sizin peşinize düşen adamlara söyleyebilirler! Gidin başka yere. Yetmiş yaşımda başıma iş açmayın. Gönüllerinizi birleştirip kaçmışsınız, işiniz rastgelsin, mutlu yaşayın ama bu yükün altına beni sokmayın! Şu yamaç Yelliyurt. Eteklerinden akan su var. Suyun etrafında büyük ağaçlar var, akan suya uyarak gidin, yolunuz boş olan yaylalara çıkar, orada saklanabilirsiniz!” diyerek başından savmak istedi genç çifti.
Süleyman ısrarını tekrarladı.
“Teyzem buradan başka yola çıkarsak mutlaka birileri görür peşimize düşenlere haber verirler. Teyzem bizi sen saklarsın başka yol gösterme bize, biz kötü bir insan değiliz kaçarak evlenmeye karar verdik anlattım ya sana” dedi.
Zeynep Nine, dişsiz ağzında dudaklarını burnunun ucuna kaldırıp indirerek, “Kaç yaşındasınız, gündüz vakti nasıl kaçtınız sizi gören olmadı mı? diye sordu.
Süleyman: Benim yaşım 19.
Kız sözü kaptı.
“Ben de 18 yaşındayım teyze. İkimiz dört yıldır arkadaşız, babam bir türlü evlenmemizi istemiyor! Babam tarla biçmeye gitti, annem de ona yemek yapıyordu. Kardeşlerim de başka işlerdeydi, ben de evde yayık yayıyordum. Yağı yıkamak için çeşmeye su getirmeye gittim. Süleyman ile birbirimizin takibindeydik! Sonra kovaları çeşmede bıraktım ve kaçtık! Bizi akşama kadar saklarsan, biz gece başka köyde akrabalarımızın yanına gideriz” diyerek utangaç tavırla boyun büktü Züleyha.
Zeynep Nine kızın sözlerini dinlerken, “Hey gidi deli kızım, kaçan kızın sandığı boş, göğsü altınsız, yüzü gülmez, yatağı ince oluyor. Eğer kaçtığı oğlan tembel, işe yaramazsa, her zaman ‘sevdiğim benim olursa samanlık seyran olur’ sözü işe yaramaz, diye içinden geçirerek delikanlıya döndü:
“Bundan sonra iş sana kalmış delikanlı. Çok büyük yükün altına girmişsin. Gelin kızımızın göğsüne altın dizmek, çeyiz sandığını doldurmak, yüzünü güldürmek, sevgiyle safa sürdürmek sana düşüyor. Bunlar olmayınca kaçarak evlenen çoğu kızların yüzü gülmüyor” dedi Zeynep Nine, görmüş geçirmişliğini anımsayarak.
Delikanlı kendinden emin gülümsedi. “Teyzeciğim Züleyha öyle toy bir kız değil, beni gözüne kestirirken önünü gördü! O işler benim boynumun borcu! Bir gün elini öpmeye geldiğimizde görürsün Züleyha’nın nasıl mutlu bir kadın olduğunu. Sevginin yanında hiçbir kötülüğün olmayacağını görürsün teyzeciğim!”
Zeynep Nine, ”İnşallah oğlum verdiğin sözü tutarsın. Bugün beni düşürdüğünüz sıkıntıdan kurtulayım, o gün beni görmeye geldiğinizde mutlu olun diye ben de size dua ederim. Şimdi şu harmandaki mereğe girin akşam karanlığında çekip gidin. Gören olursa, ne ben sizi görmüş olayım, ne de siz beni. Yine de beni rahatlatan ikinizin de 18 yaşında olmanız” dedi.
Ortam yumuşadı. Kaçak sevgililer, Zeynep Nine'nin elini öptükten sonra mereğin yolunu tuttular.
Zeynep Nine kaçakların peşine bakarak torunların yanına yöneldi. Torunlar hep bir ağızdan babaanneyi soru yağmuruna tuttular:
“Onlarla ne konuştun?”
Zeynep Nine hiç oralı olmadan, “Hadi hadi yürüyün gevezeliği bırakın, boyunuzdan büyük işlere karışmayın, doluşun eve. Elalemin garip yolcularını sorup durmayın!” dedi. Torunlardan Yeliz ile Ümit olup bitenin farkındaydılar.
Gençlerin peşine düşen üç atlıya, koyun otlatan çobanlar, genç çiftin çay kenarındaki söğüt ağaçlarının altına gizlenmiş olabileceklerini söylediler. Atlı adamlar söğütlüğe taraf doludizgin dehlediler. Atları sürerek, ağaçların altında kaçakları aradılar. Evin köşesinde bağlı sarı köpek, zincire vurarak yeniden havladı.
Zeynep Nine dışarı çıkmak istedi, torunlar peşine takıldı. Nine çok sertmiş gibi rol yaptı, kaşlarını yıkarak, “Peşime dökülüyorsunuz. Sütünüzü için, kocaman çocuklar oldunuz eteğimin ucundan
tutup, it ürüdükçe siz de benimle dışarı mı çıkacaksınız?” diye sert çıktı.
Tırstı torunlar, sedirin üstündeki kedi ile yavrularına yöneldiler. Sonra büyük torun Yeliz’e gözlerini dikti fısıltılı konuşarak Zeynep Nine.
“Ben dışarı çıkınca dış kapının sürgüsünü sür kilitlensin, ben kapıya vurduğum zaman açarsın. Çocuklara göz kulak ol, sütlerini içerken oyala onları kapıya bırakma” diye tembihledi. Avludan dışarı çıktı.
Atlı adamlar köpeğin havlamasına kızıp bağırarak kapı önüne geldiler. Atlar kan ter içindeydi, pala bıyıklı adam atın gemini çok çekmiş olmalı ki köpükle karışık kan damlıyordu atın ağzından! �Nineyi görünce palabıyıklı, iyice kapıya yanaşıp öne çıktı:
“Koca kadın, kızımı kaçıran o it oğlu itle, kızımı, senin evinin etrafında görmüşler! Eğer sakladıysan seni de onları da gebertirim! Çabuk yerlerini söyle, söylemezsen seni öldürürüm!” diyerek yaşlı kadına silah doğrulttu.
Zeynep Nine gözlerini kırpıştırarak yetmiş yaşın içinde acı tatlı günlerini içinden geçirerek:
“Sen kaçmış kızının peşinden koşarak ağzın köpürmüş. Önce insan gibi konuşmayı öğren, indir silahını. Önce dur düşün, kızının neden kaçtığını!” diye kendine güvenli sert konuştu Zeynep Nine.
Palabıyıklı iyice çileden çıktı, yerinde duramayan atın gemini çekerek, “Ben kızın babasıyım kocakarı. Hala anlamadın mı? Sana hesap mı vereceğim kızımın niye kaçtığını” diyerek iyice kükredi, ağzını bozdu.
Nine de iyice celallendi.
“Eline silah alıp düşmüşsün kaçan kızının peşine? Ben yalvaracak mıyım sanıyorsun!? Silahtan korkmam, insan kırmaktan korkarım! İndir silahını insanca konuşalım” diye tatlı sert konuşarak belayı başından savmak istedi Zeynep Nine.
Kız babası silahı indirdi ve kılıfına koydu. “Ninem, madem silahtan hoşlanmadın şimdi o ahlaksızların yerini söyle.”
Zeynep Nine, “Ben Dereköylüyüm. Siz hangi köylüsünüz?”
-“Taşlıburun köyündeniz.”
Nine, “Civar köylerin adı biliniyor ama herkes bir birini tanımaz. Ben kızını tanımam, kaçıran oğlanı tanımam. Gidin kaçaklarınızı başka yerde arayın. Bu yaşımda kim bana sığınır, senin gibi babanın atı patlatarak peşine düşeceğini bildiği halde. Erdağ etekleri, Yelliyurt yamaçları taş kaya, polya, ağaç dolu. Bu kuşluk vakti kaçıp kuş gibi kafese girsinler hiç akıl işi mi? Kim bilir hangi kayanın kovuğunda ya da ağaç dibindedirler.”
Kız babası yine köpürüp ağzını bozdu.
“Nine kaçakları saklayıpta bize cadı dili dökme! Yamaçtaki çobanlar senin evinin etrafında gördüklerini söylediler!”
Zeynep Nine, ağzı bozuk adamın ‘cadı’ sözünü duymazlıktan gelerek söze yumuşak girdi.
“Anadolu geleneğini bilirsiniz; kızı sevdiğine vermezse baba, kız da gönlüyle sevdiğine kaçarsa, babası eline silah alıp peşine düşmez. Araya kamil analar- babalar girer barıştırırlar, kız-oğlan tarafını. Sonra da gençlere nikah kıyarlar. Bu yaşımın içinde çok gördüm böyle durumları. Büyükleri tarafından gönülsüz evlendirilen kızların- oğlanların yüzü gülmez, yuvaları şen şakrak olmaz, çocukları mutlu büyümez! Sen şükret ki kızın sevdiğiyle kaçmış” diyerek başından savmak istedi ağzı bozuk babayı.
Kız babası ninenin sözünü keserek, “Sen ne akıl öğretiyorsun kadın! Namus meselesi!Kızım gönüllü de kaçsa yakaladığım yerde gebertirim. Yok bir de şükredecekmişim sözüne bak hele cadının!” diye iyice küplere bindi.
Zeynep Nine, "sel kayadan bir şey götürmez bugün de geçer" diye düşündü. “Sana söyleyecek sözüm kalmadı, çekin gidin kapımdan!” diyerek sert çıktı.
Sesleri duyan köylüler, Zeynep Nine’nin evine taraf geliyorlardı. Kapıdaki diğer atlı adamlar durumu fark edince, kız babasına fısıltıyla” Gidelim” dediler ve alanı terk ettiler.
Ninenin evinin önüne gelen komşuları merakla sormaya başlayınca, Zeynep Nine komşuları geçiştirmeyi başardı.
Başından kazasız belasız adamları savdığının sevincini yaşarken, korkudan da rengi kaçmıştı Zeynep Nine’nin. Züleyha ile Süleyman’ı mereğe (samanlığa) saklamıştı. Süleyman’la Züleyha da burada olup bitenleri ter dökerek dinlemişlerdi.
Aradan günler aylar geçsin, taşlar yerine otursun, sevgili kaçakları nasıl koruyup kolladığını, nasıl sakladığını anlatacaktı! Kırk dereden su getirip, kızgın babayla nasıl cenkleştiğini anlatacaktı Zeynep Nine.
Yeliz’e seslendi, çocuk kapıyı açtı. 6-12 yaş arası beş torun, dışarıdaki sesleri duydukça her biri sedirin köşelerine sinmişlerdi.
10 yaşındaki Ümit öne atıldı.
“Babaanne sen kimlerle bağırarak kavga ediyordun? Yeliz’ kapının arkasına yaslandı, beni dışarı bırakmadı, bıraksaydı sana bağıranlara nasıl taş fırlatırdım,” diye efelendi.
Zeynep Nine başına toplanan torunlarını sırayla öperek, “Ben hepinize kurban olayım. Adamlarla kavgamı kimseye söylemeyin, bir anlık bağırtı çağırtı işte. Şunu bilin çocuklar; çok bağırıp çağıran insanlar çok cahildir, boş teneke gibidirler. İşte teneke sesli adam bağırdı, çağırdı, ben de kovaladım gittiler” dedi. Torunların korkularını gidermeye çalıştı.
Çocuklar da adamların niye bağırdıklarını biliyorlardı ama ninelerinin anlatmaya niyetli olmadığını sezmişlerdi. Hepsi de sus pus oldular.
****
Zaman su gibi akıp geçti. Zeynep Nine 80 yaşına yaklaşmıştı. Bir yaz günü, kaçarak evlenen Züleyha-Süleyman çifti ve biricik kızları Yasemin, Zeynep Nine’yi ziyaret etmek için yola çıktılar. Nineye söz vermişlerdi, “bir gün elini öpmeye geleceğiz” diye. Nihayet beklenen gün gelmişti. Ellerinde hediye çantası ve bir evlat samimiyetiyle evin kapısına geldiler. Dışarıda havlayan köpeğin sesi arasında kapıyı tıklattı Süleyman.
Zeynep Nine’nin oğlu Kemal kapıyı açtı, tanımadığı çifte, “Buyurun doğru kapıyı mı çaldınız?” diye sordu.
Süleyman, “Evet. Teyzemin ellerinden öpmeye geldik” dedi. Kemal gülümsedi, çünkü kaçakların öyküsünü annesinden dinlemişti.
Sesleri duyan Zeynep Nine, gelini Gülizar, torunlar, hepsi kapı önünde toplandı. Gözler el öpmeye gelen çifte ve babanın kucağındaki zeytin gözlü, siyah saçlı Yasemin’e dikildi.
Oğul Kemal misafirleri annesine tanıttı.
Zeynep Nine kaşlarını kaldırarak, “Hıı tanımaz mıyım. Benim kuzucuklarımı, ergen gençlerimi, verdiği sözü tutanları tanımaz mıyım? Bakın işte geldiler!” dedi.
Ve bir ağız dalaşı nedeniyle, silah çekerek sevgiyi kurşunla öldürmek isteyen Züleyha’nın babasıyla ettiği kavgayı hatırlayarak gülümsedi yaşlı kadın.
“İçeri buyurun gençler,” dedi ve duvarı ahşapla kaplı eve girdiler.
Süleyman-Züleyha çifti yaşlı kadının elini öperek, elbise getirdikleri hediye çantasını ve baklava paketini masanın üstüne koydular.
Zeynep Nine, Züleyha’nın kolundaki altın bilezikten ve kulağındaki küpelerden, giysilerinden öte güleç yüzünde, sıcak bakışlarında gözlerini gezdirdi! Bir insan, gülümsemesinden, gözlerinden bellidir diye düşündü yaşlı kadın.
Genç çift, geçmişte söğüt ağacının altında tanıştıkları günün serüvenini, sevincini anlattı.
Zeynep Nine küçük misafir Yasemin’i kucağına aldı, torunları da yanına oturttu ve dua ederek sohbeti sürdürdü.
“Züleyha, Süleyman… Bugün sizi böyle mutlu gördüm ya gene ömrüm uzayacak her halde! Sevgiyle kurulan yuva şen olur, çocuklar mutlu büyür! Mutluluğunuz daim olsun, ikiniz bir yastıkta kocayın.. O kaçak gününüzden bugüne nasıl geldiniz bana anlatır mısınız?” dedi.
Süleyman gülümseyerek söze girdi.
“Zeynep teyzeciğim samanlığa saklandığımız akşamın ertesinde Züleyha ile dere tepe, gece vakti köy, kent derken Ankara’ya vardık. Sonra bir tanıdık aracılıyla postanede hademe olarak işe başladım.
Yaşlı kadın can kulağıyla başını sallayarak dinleyip, “İyi iyi oğlum, sevindim” dedi.
Züleyha sözü kaptı. “Teyzeciğim ben de bir bankaya çaycı olarak girdim” diyerek Zeynep Nine’nin gözlerinin içine baktı.
Çifti mutlulukla dinleyen yaşlı kadın, “Yuvanız şen şakrak, sıcak olsun” dedi.
Üçü nefes nefese sohbete daldı...