Şadi Bir Kedi - Şadizgah
ŞADİZGAH
Tüm sokak karanlık… Ya göz gözü görmüyor yada gözlerinde bir bozukluk vardı; hangisi olduğundan emin değildi. Küçük kalbi o kadar hızlı atıyordu ki Balık Ayhan duysa morali bozulurdu.
Peşindeki adamların ondan ne istediğini gayet iyi biliyordu oysa ki. Onu kapatacaklardı. Onu yıldızları görmeyeceği bir yere kapatacaklardı. Belki ondan bir daha kimse haber alamayacaktı. Ama Şadi en azından birileri ondan haber alsın istiyordu. Çok konuşmazdı ama sessizliğe de gelemezdi.
Adamların seslerini duydu, korkuyla arkasına baktı, gölgelerini gördü ve sindiği yerden son sürat çıkıp koşmaya başladı.
-Aha lan orada.
-Tut, kaçmasın bu sefer…
Şadi ilk kez seslerini bu kadar yakından duymuştu. Şivelerine bakılırsa ikisi de İstanbul’a göçmüş ailelerin çocuklarıydı. Hani böyle temiz Türkçe konuşmaya çalışırlar da şiveden bir parça kalır ya işte öyle konuşuyorlardı kendi aralarında. Ara sıra da küfür ediyordu bir tanesi; ağzı bozuktu. Belli ki ailesinden öğrenmişti küfür etmeyi çünkü çok profesyoneldi. Kimse küfür öğretme konusunda ailelerin eline su dökemezdi.
Şadi yeni apartman inşaatlarından birini gördü; belki buraya girersem izimi kaybettiririm diye düşündü. Ayağı bir kalasa takıldı, sendeledi. Çıplaktı ayakları bu yüzden kalasa çarptığı yeri azıcık kesildi. Ama heyecan nedeni ile hissetmedi.
Heyecan ne garip şeydi, kimseye acısını bile yaşatmayacak kadar keskin bir yoldu. Kan akışının hızlı olması nedeniyle miydi acaba? Neyse Şadi’nin bunları düşünecek vakti yoktu; kendisine saklanacak bir yer bakarak koşuyordu. İki üç kez sendeledi ama düşmedi. Düşseydi de dört ayağı vardı zaten üzerine düşecek… Önemli değildi.
İşte kaçış bileti oradaydı; bir kutu. Sığar mıydı içerisine? Tabii ki sığardı ne de olsa kediler içine girdikleri kabın şeklini alabilirlerdi. Şadi bunu öğrenmişti ve şimdiye kadar bu bilgi onu hiç yanıltmamıştı. Şadi bir kediydi ve bulunduğu kutunun şeklini alacak, bu geceyi de yakalanmadan atlatacaktı.
Kutunun aralığından yeşil gözlerine ışık vuruyordu. Nefesini kontrol etmeye çalıştı. Biraz başardı sanki. Hadi biraz daha, biraz daha… Kalp atışını da yavaşlatmıştı. Çünkü böyle yapılınca daha sessiz olunacağını bir filmden öğrenmişti. Filmler onu hiç yanıltmazdı. Bunu iyi ki zamanında aklına not etmişti. Yoksa niceydi hali.
Adamlardan önce uzun boylu olanı girdi içeriye; hafif uzun saçlıydı ama tepeden seyrelmeye başlamıştı. Zaten muhtemelen saçlarını da bu seyrelmeyi kapatmak için uzatıyordu. Etrafa bakındı sonra arkadaşının da içeri girmesi için kapının önünden çekildi. Arkadaşı daha kısa boylu ve azıcık kiloluydu. Şişman yanaklarından koşarken sarf ettiği eforun madalyası olan ter boncukları damlıyordu. Tabii uzun boylu arkadaşına yetişmek kolay olmasa gerekti. İkisi de anlaşmış gibi üzerlerinde beyaz önlük, altlarında gri pantolon; uzun boylunun Kinetiks marka spor ayakkabıları, kısa boylu olanın ise kahverengi botları vardı. Onlar da tabii kısa boylu olana bir kademe daha fazla efor sarf ettirmişti.
Küçükken hani düşünürüz ya o canavar gözlerimizi kapattığımızda yok olacak. İşte Şadi de öyle kapattı gözlerini… Sımsıkı.
Yavaş adımlarla etrafa bakan adamların seslerini duyuyordu sadece.
-Nere gitti lan bu?
-Ne bilem ya en son bu odaya kaçtığını gördüm. Uçmadı ya bak bakem şu pencereden aşağı atlamış olmasın yapar çünkü manyak bu.
Pencereden aşağı baktı kısa boylu adam; Şadi kısık göz kapakları arasından izliyordu.
-Yok yok atlamamış.
Kutuya artık bir nefes alımı uzaktaydılar. Uzun boylu olan kutuya eğildi. Yüzü kutuya yaklaştığı anda Şadi “Geliyor beş tırnak” dedi. Adam “Anam” diye geriye adım attığı anda fırladı kutudan Şadi. Tam Zülfü Livaneli’nin sesinden geliyordu ki “Ey özgürlü...” diğer adam ensesinden yakalamıştı bile Şadi’yi. Ensesi ona annesinin bıraktığı en savunmasız armağandı. Ensesinden tutulduğu anda hiçbir şey yapamadı Şadi.
17 yaşındaki genç adamı o gün ilk kez getirdiler Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesinin 7 numaralı tecrit hücresine.
Ensesinden tuttular, tutmasalar kaçardı.
Devam edecek...
Selçuk Karadağ-2020