Rüya
Dün gece iki farklı rüya gördüm.Hatırlamadığımı da sayarsak aslında üç.Ama çok önemli bir iletişimcinin şu lafını sevmesem de sonunda o hep haklı çıkıyor; dünyanın en güzel öten kuşundan haberimiz yoksa o kuş yok hükmündedir.
Hangisi önceydi, hangisi sonraydı bilemiyorum ama rüyaların pek bir tesiri altındaydım.Hatta uykumun açılacağını bilmesem gecenin köründe rüya tabirlerine bakacaktım.Biri güzel,diğeri inişli-çıkışlı ufak bir maceraydı.
Sabah bir anlam bulacakmış gibi rüya tabirlerine baktım.Baktım diyorsam iş olsun diye,daha telefonu elimden bırakmadan yazılanları unutuyorum.Gazetedeki burçlar gibi.Gerçek olmadığını bile bile — sanki gerçek olsalar bizim lehimize olacakmış! gibi — duymak istediğin şeyleri okuyorsun.Rüya tabiri de öyleydi,ne olabilirdi ki zaten.
Beni harekete geçiren şey bir psikoloğun “Rüyalarımızı kaydetmek işimize yarabilir zira bize (bilinçaltımıza) dair ipuçları verebilir” demesiydi.Bunu bildikçe rüya işi kafamda daha derinleşiyor,tabir de rüyamı hafızamda diri tutmamı sağlıyor.
Bugün rüyalarımı düşününce aslında ikisi de olmak istediğim film gibiydiler.Olayları yönettiğim falan yok ama bana yaşattıkları duygular hala damağımda.Oradaki halim-tavrım da gerçek.Hatta gittiğim evi bile beğendim,fena değildi.Beni korkutan neydi hatırlamıyorum ama aynı rüyayı görmek için tekrar uyuyabilirim dedim kendi kendime.Sonra aklıma daha büyük bir soru takıldı:Rüyamdaki sevdiğim halimi ararken aslında kontrolümdeki hayatın neresindeyim?Sonuçta kendi hayatımızın başrolündeyiz ve her kahraman gibi başımıza öyle yada böyle olaylar geliyor.Zorluklara karşı tavrımız da bizi biz yapıyor.Yani uyumak yerine aramanın heyecanlandırması gerekiyor.Demeyle olmuyorsa da hayatla rüyanın esas farkını isteğin peşinden koşma yaratsa gerek