Bir yol daha var
Bir sıkışmışlık, arafta kalmışlık, aman vermeyen sürgit bir kararsızlık. Ne bir adım ileri gitmeye cesaret, ne yerinde saymaya razı olma. Dışarısı soğuk; yaşam çetin ve vahşi. Peki ya yuvam dediğin dört duvarın içi. Sıcak mı, rahat mı, güvenilir mi? İçin ısınıyor mu içinde? Bir parça huzur var mı kokusunda? Hayat arkadaşın mı muhabbetine eşlik eden, yoksa duvarlar mı seni tek dinleyen? Bitmeyen sorular, bulunamayan yanıtlar... Hayat ak ve karadan ibaret değil elbette. Ara renkler de var. Bazen en dibi gördüm sanırsın, son raddede hissedersin. Ansızın bir ses ya da bir bakış çekip çıkarır seni yüzeye. Çark dönmeye devam ediyordur. Herkes seni es geçmiş olamaz ya. Birileri vardır bir yerlerde sana dokunan, tutsak hissettiğinde özgürlüğüne kavuşmana vesile olacak olan. O yüzden mucizelere inanırsın. Bütün duyargalarını açar, salarsın kendini hayata. Elbet bir frekansta kesişecektir yollar halden anlayanla. Ama bu demek değildir ki her çıkmaz sokakta bir “kurtarıcı” arayalım. Hele ki günümüz dünyasında herkes kendi derdiyle hemhal olmuşken o aradığımız şefkatli eli bulmak bir lüks olabiliyor. İnsan gün geçtikçe beklentilerini minimuma indiriyor hâliyle. İşte ben de onlardan biriyim. Meğerse hayatım boyunca hep bir mağdur edebiyatı ile beslemişim ruhumu. Kendime yetememişim de, hep bir beyaz atlı prens hayali kurmuşum. Geldi mi gelecek mi diye diye köşe bucak onu aramışım. Sonunda bulmuşum dizgin vuramadığı atı yüreğinde şahlanıp duran, prens görünümünü asaletinden, nezaketinden, altın kalbinden alan masal kahramanımı. Evet, gerçek olamayacak kadar masalsıydı. Peki, her masal mutlu sonla biter miydi... Baskıcı bir ailede büyümenin etkileri insanın neredeyse bütün hayatına mal olabiliyor. Aileler eskiden çocukları üzerinde otorite kurmayı, yasaklar sunmayı çocuğu terbiye etme olarak addederdi. Aileme kızamıyorum, onların da tek gördüğü, bildiği şey buydu. Ben de onlardan kuralcı olmayı, sınırlarımı çizmeyi öğrendim hayata karşı. Bu zaman zaman yordu tabii beni. İnsan ortam değiştirdikçe, yaş aldıkça sınırlarını günün şartlarına göre düzenleyebilmeli ya da esnetebilmeli. Katı bir disiplinle büyüdüğüm için çok zorlandım okul hayatımın bitişiyle. Mesela erkeklerle göz teması kurmak bir tabuydu benim için. Nitekim, iş yaşamımda da sıkıntılarını tecrübe ettim. Şefim sık sık konuşurken neden gözlerinin içine bakmadığımı sorgulardı. Geçiştirirdim, farkında olmadığımı söylerdim. Bir de çocukluk-gençlik döneminde “sen küçüksün, yapamazsın.” “bu senin eline yakışmaz” “sen bırak, annen yapsın” deniliyorsa vay halinize. İşte o zaman hayata yenik başlıyorsunuz, özgüveniniz sizi terk ediyor. Kendinize yetemediğiniz gibi kimseye de faydalı olamayacağınızı düşünüyorsunuz. Mesela “hayır” demek de öğretilmemişti bize. O yüzden çoktur katlandıklarımız, metazori yaptıklarımız. Bilmezdim benim için birgün bunların tersine döneceğini. “oh be, dünya varmış “ derler ya. “Oh be, şu koca dünyanın içinde benim de yaşamaya değer bir dünyam varmış.” Dedirtti sevdiğim adam bana sonunda. 10 yıl önceydi. Ilık bir nisan ayı, çiçekler boy vermiş, ağaçlar yapraklarıyla salına salına bahara “hoşgeldin” merasimi düzenlemekte. Tüm canlıların kanı kaynıyor adeta. Bahar bu, güzel haberlerin müjdecisi. Ne kadar da canım sıkkın olsa baharın kıpırtılarını, adım adım yaklaşan o güzel seslerini duyup , kokusunu içime çektikçe “güzel günler kapıda “ derim hep kendi kendime. Kalbimin sanki son çırpınışlarıydı, acımasız terk edilmişlikler vardı üzerimde; tekrar sevmek, güvenmek, bağlanmak gibi olgular hükümsüzdü artık gözümde. Ama ufacık da olsa uğultulu bir ses yankılanıyordu derinlerimde. Kimbilir belki de düşmemek için sığındığım son avuntuydu. “bir yol daha var" diyordu bu ses. Uzun muydu, meşakkatli miydi, yakında mı, uzakta mı? Hangi yöne çevirmeliydim kendimi? Bunları hiç sormuyordum o zaman kendime. Sadece inanıyordum o yolu er geç bulacağıma ve akışa bırakmak istiyordum kendimi. Büyükler der “cahil cesareti" , bizler deriz “anı yaşamak”. Evet toydum, içime kapanıktım, korkularım vardı, geçmişim yakamı bırakmıyordu ama varlığını hissettiğim o belki de son yoldan da geçmek isteyecek kadar deli akıyordu kanım. Bir 8 ay daha beklemem gerekiyormuş doğru yola kavuşana dek..