Yolculuk

-Gerçekten dünyada böyle şeyler yaşandı mı, inanamıyorum. Ülkeme döndüğümde tarihi olaylarla ilgili bir araştırma yapmak isterim, dedim.

-Birkaç sinema filmini izleyerek de bilgi sahibi olabilirsin. Piyanist adında bir filmi sana önerebilirim. Filmin yönetmeni olan Roman Polanski’ nin aileside kamplarda kalmış ve annesini Auscchwitz kampında kaybetmiştir. Bazı şeyleri görmek o anı daha çok hissettirir diye düşünüyorum, dedi Ali. Yolculuğumuz sona ermişti ve havalimanından ayrılırken Ali, Kenan ve Orhan olarak üçlü bir arkadaş grubu oluşturmuştuk. Ali ve Kenan’ ın ısrarı üzerine bir haftalığına onların seyahat turuna ortak olmuştum. Her gün tarihi bir mekanı, müzeyi ve seminerleri takip ediyorduk.  Günlerimiz çok zevkli ve yeni bilgiler öğrenerek geçmekteydi. Belki de dört yıl boyunca fakültede öğrencilik zamanlarımın arasında hiç tatil yapmamış olmanın getirdiği özlemden dolayı bu gezi turunu çok sevmiştim. Sabahattin amcanın yanına birkaç hafta geç gitmiş olsam bir şey olmaz diye düşünüyordum.

Polonya’nın başkenti Varşovada kaldığımız otelin girişinde bir cafe bulunuyordu. Adı Rose Cafeydi. Her gün mutlaka bu cafeye uğrar ve gezi molalarında kahvelerimizi yudumlarken sohbetimize devam ederdik. Onu ilk kez burada görmüştüm. Yaka kartından sadece ismini bildiğim sarı saçlı, pembe yanaklı ve güler yüzlü Helena. Rose cafenin çalışkan garsonlarından biriydi Helena. Onunla çok konuşmak istemiştim lakin Lehçeyi çok iyi konuşamadığımdan ve istediğim cevabı kendisinden alamam diye bir düşünceye kapılıp onunla hiç iletişim kuramamıştım. Sadece yanımızdaki masalarla ilgilenirken onu uzaktan izleyen bir hayranıydım o kadar. Bu içimdeki küçük maceramı ülkeme döndükten sonra unuturum diye kendime nasihatte bulunuyordum adeta. Polonya’ ya geleli iki aya yaklaşıyorduk ve her gün  mütemadiyen o cafedeydik. Bir gün Ali ve Kenan İzmir’e dönmeleri gerektiğinden bahsettiler ve çok sevdikleri bu tarihi seyahati şimdilik burada noktaladıklarını söylediler.

Onları havalimanından uğurladıktan sonra buraya asıl gelme amacımı unuttuğumu ve kendi amacımı çok ertelediğimi fark ettim. Ali ve Kenan amaçlarını hayallerini gerçekleştirmiş ve geri dönüyorlardı. Peki ya ben… Babamın güvenini boşa çıkarmak gibi bir düşüncem hiçbir zaman olmamıştı. Ama şimdi istemeden de olsa bu güveni kırmıştım. Polonyada ne Sabahattin amcayı bulmuştum ne de güler yüzlü Helena’ ya bir “merhaba” diyebilmiştim.

Ellerim ceplerimde Ewa ve Julia’nın verandalı evinin önündeki ağacın altında durmuş ve kendimce bir karar vermiştim. Son bir ayda olsa hatamı telafi edecektim. Hemen Sabahattin amcanın yanına gitmeliydim, aksi takdirde babamın yüzüne bakamazdım.

İki alt sokakta bulunan otele doğru koşmaya başladım. Eşyalarımı hızla toparlamaya koyuldum ve adresi öğrenmek için defteri elime aldım. Ama bunu asla beklemiyordum. Adres defterde yazmıyordu Polonya’ ya gelirken babamın söylediği adresi bu deftere yazmış ve havalimanında iniş yaptıktan sonra hemen bu adrese gideceğim için yırtıp ceketimin iç cebine koymuştum. Tabi uçakta Ali ve Kenanla tanışacağımı, uçak yolculuğumun Polonya tarihi ve II. Dünya Savaşıyla ilgili geçeceğini, toplama kamplarıyla ilgili konusu olan Piyanist filmini ve “Çalışmak Özgürleştirir” yazısının Auschwitz toplama kampının giriş kapısında gerçekten hala yazılı olduğunu kendi gözlerimle göreceğimi hiç bilmiyordum.

Bu düşünceler aklımdan adeta bir film şeridi gibi geçerken panik halinde bu kağıt parçasını her yerde aradım fakat yoktu. Defteri elime aldım pencere kenarındaki sandalyeye otururken yırtılmış sayfanın köşesine gözlerim takıldı. Sadece bir harf yazılıydı “P”. Bir an heyecanlandım. P, P, P …bu harf yabancı değildi. Poznan evet Poznanda oturuyordu Sabahattin amca. Sadece bu bilgiylede zorda olsa ulaşacaktım Sabahattin amcaya. Hemen bavulumu elime aldım ve resepsiyondan hesabımı ödeyip caddeye doğru çıktım. Taksinin gelmesini beklemeye koyuldum. Rose cafenin çevre düzenlemesi yapması sebebiyle küçük bir tadilat içerisindeydi. Elektrik, ısıtma ve bunun gibi çalışmalar nedeniyle caddeüzerinde uzun araç kuyrukları oluşmaktaydı ve bunun neticesinde taksiye 45 dk. Sonra binebilmiştim. Poznan’ a gitmek istediğimi şoföre söyledim. Ama kendisi açık adresi tam olarak belirtmemi istemişti benden. Şoföre içinde bulunduğum durumu anlatmama imkan yoktu az seviyede bildiğim Lehçemle. Benden daha iyi konuşan Ali ve Kenanla karşılaştığım için lehçe dilini aşırı öğrenme isteği duymamıştım. İngilizce iletişimde kuramamıştık, çünkü şoför İngilizce bilmiyordu. Bir anda her turistin yanında taşıması gereken sözlüğümü kullanmam gerektiğini hatırladım ve ceketimin iç cebinde sakladığım sözlüğümü aldım ve sayfalarını karıştırırken bir kağıt parçasıdüştü içinden. O an ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Sabahattin amcanın adresinin yazılı olduğu kağıt sözlüğümün arasından çıkıvermişti.

Adresi yazıp ceketimin cebine koymuştum ve nasıl olduysa sözlüğün içine gizlenmişti iki aydır bu adresi yanımda taşımıştım hiç fark etmeden. Kaybettiğimi düşündüğüm adres ellerimdeydi. Şoföre hemen bu kağıdı gösterdim ve anlaşıldı mahiyetinde olan baş parmağını kaldırarak yüzüme baktı ve yolculuk Poznan’ a doğru başlamıştı.