Yastık

Sabah yine seslere uyandı. Bu sesleri ara sıra duyuyordu fakat onların nereden geldiğini anlamıyordu. Onun için kafasını kaldırmak güçtü. Her sabah aynı şeyi yaşıyordu. Geri kalan herkes için bu kadar normal olan bir durumun ona neden böyle garip ve zor geldiğini anlayamıyordu. Kendini bu denli üzmesi de anlamsızdı. Birazdan yatağından çıkacak ve az önce düşündüğü hiçbir şeyi hatırlamayacaktı. Bunu istemiyordu. Mecburdu. Kalkacak, her gün giydiği giysilerin aynısını ama temiz olanını giyecek, işe gidecekti. Değiştirmek için elinden hiçbir şey gelmeyecekti. Sonra dönecek, giysilerini çıkaracak, duşa girecek ve yatacaktı. Yattığı an kafasına iğneler batıyor gibi hissedecekti. Şu an bildiği her şeyi o zaman da biliyor olacak ama yine bir şey yapamayacaktı. Yastığı atabilirdi. Belki de bazıları böyle yapıyordu. Bunu bilemezdi. Kendi gibilerle iş yerinde karşılaşıyordu. Onlar da her şeyden bihaber sadece işlerini yapıyorlardı. Gece ne yaptıklarını sormasına imkan yoktu. Gündüz bunları hatırlamıyordu. Pencereyi açmak için kalktı. Ne yapacağını unuttu. Dolaptan giysisini aldı. İşe gitti. Orada çalışan insanlarla selamlaştı. İş ile ilgili biraz sohbet edip kahvaltı sırasına girdiler. Her öğünü burada yiyorlardı. Bazen burada da sesler oluyordu fakat odasındaki kadar fazla değildi. Yemek araları beş dakikaydı. Herkese ağızda eriyen bir çeşit kağıt veriyorlardı. O kağıt ağzında eriyince kendini çok iyi hissetti. Dinçti. Saatlerce çalışabilirdi. Çalışacaktı da. Diğer iki öğün de bu şekilde geçti. Tıpkı geçmiş ve gelecek günlerdeki gibi. İşin bitiş saati gelmişti. Yemek alanının bir alt katında yerin altından giden araçlar vardı. Araçtan zemin katta inip doğruca odasına çıkıyordu. Kaldığı yer yurda benzer bir yapıydı. Kendisi gibi bir sürü kişi vardı. Sayısını bilmiyordu. Çalıştığı yerdeki insan sayısından fazla değildi. Bu binalardan ve içindeki göz göz odalardan sıra sıra olabileceği geldi aklına. Her şey bir düzen ve süreklilik içindeydi. Soluk renkler ve aynılıklar. Kaldığı yer de öyleydi muhakkak. Bilemiyordu. Dışarıdan hiç görmemişti. Bunları şimdi düşünmüyordu. Gece yatağına yatınca düşünecekti. Yataktan çıkınca hiçbir şey düşünmüyordu. Kaldığı yere geldi. Odasına çıktı ve duşa girdi. Yatağına yattığı anda gözlerindeki parlaklık değişti. Delirecek gibi hissediyordu. Fiziksel tepkiler vermek üzere olduğunu anladı ama ne yapacağını kestiremiyordu. Gözünden akan sıvıyı tanımıyordu ama biraz olsun onu rahatlatmıştı. Sabahki düşünceleri ve düşüncesizliği geldi aklına. Pencereyi açıp yastığı atacaktı fakat kafasını kaldırdığı andan sonrasını hatırlamıyordu. Bir daha bunun olmasına izin vermeyecekti. Yastığı atmaktan vaz geçmişti belirsizliği hiç sevmiyordu, hatırlayamamak onu delirtiyordu. İçinde büyük bir öfke uyandı. Her gece böyle mi olacaktı? Kafasını kaldırmadan etrafına baktı. Öfke tüm vücuduna yayılarak büyüyordu. Hemen yanında duran masa lambası kullanabileceği tek şeydi. Biraz zorlansa da ona uzanmayı başarmıştı. Aldı duvara vurdu. Etraf kararmıştı. Hızlıca parçalamaya girişti. Tüm bunları yattığı yerden yapmak zordu. Kararlıydı. İçinde bulunduğu ve anlamadığı bu duruma daha fazla katlanmayacaktı. Tellerine ulaşmıştı lambanın. İşaret parmağıyla ucunu test etti. Canı yandı. Demek ki işe yarıyordu. Hemen koluna yazmaya başladı. İlk yazdığı kelime ‘hatırlamıyorsun’ oldu. Açıklayıcı değildi. Diğer koluna ‘yastık’ yazdı. Aklına başka bir şey gelmiyordu. Denemekten başka çaresi yoktu. Yatakta doğruldu. Anlamıyordu. Neden doğrulmuştu? Kollarında bir acı hissetti. Kafasını aşağı indirdiğinde kollarında yazanları gördü. Kablonun teli elindeydi. O yazmıştı. Doğru, hatırlamıyordu. Yastığını kaldırdı. Altına, içine her yerine baktı. Bir şey yoktu. Bir süre kucağında yastık öylece durdu. Göz kapakları ağırlaşıyordu. Yavaşça yatağa doğru bıraktı kendini. Yastığı sakince başının altına götürdü. Tak! İşte yine her şeyi biliyordu. Yetmiyordu. Kendine her şeyi anlatması lazımdı ama nasıl? Etrafına bakındı. Bütün eşyalar yerli yerinde duruyordu ve rahatsız edici derecede düzenliydi. Oraya ait olmak istemiyordu. Soyundu. Teli ucuna daha yakın bir yerden tutarak durumu anlatmaya çalıştı kendine. Tüm vücudu ona hizmet ediyordu artık. ‘Git’, ‘anıların yastıkta’, ‘seni ve diğerlerini kullanıyorlar’, ‘kaç’, ‘gidebildiğin kadar uzağa git’, ‘kimseyle konuşma’. Hazırdı. Kafasını kaldırdı. Vücuduna baktı. Çıplaktı ve acıdan her yeri sızlıyordu. Kendine güvenmek zorundaydı. Bir yerlerde kafasını kurcalayan bir şeyler vardı fakat asla emin olamıyordu ve bu onu delirtiyordu. Dönüp yastığa baktı. Anlam veremedi. İçinde kafasını tekrar o yastığa koymak için titreyen bir dürtü hissetti. Bacağına gözü takıldı. Onu her gün aynı şeyleri yaptığı yere götüren, yeni temizlenmiş yollarda doksan santimlik aralıklarla yürümesini sağlayan et parçasından başka bir şey ifade etmiyordu ona bu uzuv. Yine de aralıklı çizgilerle kanıyordu. Elindeki tel parçasının ucu da kanlıydı. Bunu kendine o yapmıştı. Neden yaptığını anlaması için yastığa uzanması yeterliydi. Bitmek bilmeyen bir döngüye girdiğini fark edemiyordu. Kafasını yastığa her koyduğunda aklındaki sorular cevabını buluyor fakat şiddeti ve sayısı artan başka sorular yerini alıyordu. Acıyı yönlendirmesi gerekti. Sonsuz düşünce zincirinde dibi görünmeyen bir kuyuda hızla düşüyordu. Sadece durmasını istedi. Yatakta doğrulmuştu ama acı çekmeye devam ediyordu. Neyin acısını çektiğini bilmemek ona tarifi mümkün olmayan bir hınç getirmişti. Tel hala elindeydi. Vücuduna saplamaya başladı. Kendine zarar verdikçe canı yanıyor canı yandıkça daha çok zarar veriyordu. Mazoşist bir ayine dönüşecek kadar uzun süre devam etti buna. Aciz insan bedeni yorgun düştüğünde kafasını tekrar yastığa koymaktan başka çaresi kalmamıştı. Umurunda da değildi. Hırsını çıkarmıştı. Bütün bunları neden yaptığını bilmiyordu, fark etmezdi artık. Sakinleşmişti. Kafası hala karışıktı ama hali yoktu. Kendini yeniden bıraktı. Tak! Her şey geldi. Bilgiler, anılar, cevaplar, acılar, sorular… Her şey yanardağ patlaması gibi bir anda bütün vücuduna sirayet etti. Etkisi lavdı. Kendine bunu neden yaptığını da anlamıyordu artık. Hem bedeni hem zihni titriyordu. Yastıklı ya da yastıksız tüm gerçekliği karışmış birbirine geçmişti. Şimdi yastıktan kalktığında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Acılarını kazımış, kısa süre için kendinde kalıcı hale getirmişti. Girdiği yol zifiri karanlıktı ve geri dönüşü yoktu. Aklına daha da ileri gitmekten başka bir şey gelmedi. Kafasını kaldırır gibi yaptı iyice yastığa bastırdı. Tekrar kaldırır gibi yaptı tekrar bastırdı. Bunu defalarca, dakikalarca yaptı. Arada bir fazla kalkıp afalladığı olsa da geri yatıyor, tekrar her şeyi anlıyordu. Yastıklı yastıksız arasındaki fark azalıyor gibiydi. Aslında değişen bir şey yoktu. Sadece kafası allak bullak olmuştu. İyiydi. Kafasını yastıktan kaldırdığında anlamsız boşluk yerine bulanık bir iç sıkıntısı hissediyordu. Bu bir süre yastığa yatmasını engellese de döngüsü kusursuz ilerliyordu. Yastığa kafasını koyduğu bir an, iyice bastırmadan hemen önce bu kusursuzluğun iyi olmadığını anladı. Böyle sürüp giderse içinde yaşadığı yuvarlak dehlizden kurtulamayacaktı. Kurtulmak düşüncesi kalp atışlarını hızlandırdı. Bir şey yapmalıydı. Kafasındaki tüm düşünceler birbirine geçmişti. Ne yaparsa yapsın doğru olmayacağı ihtimali bir anda bulut gibi kapladı odasını. Doğruyu yanlışı nereden bilecekti? Sinirlendi. Buna devam ederse hiçbir şey bilemeyecekti ve artık hiçbir şey bilmediğini hissedecekti. Böyle yaşayamazdı. Yaşayabilir miydi? Nereden bilecekti? Odanın küçüldüğünü hissetti. Birbiriyle eşit genişlikte ve uzunlukta bu duvarların onu yutmaması için sebep yoktu. Öyle olsa ne kolay olurdu. Yutmayacaktı. Yutmazdı. Nefesini kesecek, yaşamını devam ettirecek kadar onu sıkıştırır ve dururdu. Bu kadarını anlayabiliyordu artık. O yüzden önce kaldığı bu yerden çıkması gerekliydi. Bunu daha önce hiç düşünmemişti. Yastığı kafasında tutarak devam etmeyi deneyebilirdi ama riskliydi. Onu öldürmezlerse yapacakları şeyleri göze alamazdı. Kendisini pek de iyi tanımayan kendisine güvenmesi gerekecekti. Yastıktan kalktı. Koluna baktı. ‘Git’ iki kere yazılmış, ikisinin de üzerinden iki kere geçilmişti. Gitmesi gerektiğini söyleyen yerler daha çok acıyordu. Gitmeliydi. Plansız hareket etmekten nefret ederdi. Sahi eder miydi? Kimdi o? İnsanın bu yaşta bunları bilmemesi olacak iş miydi? Kaç yaşındaydı? Burada konu kapanmıştı. Bunu bilmiyordu ve daha önce düşünme zahmetine katlanmamıştı. Her şey açıktı. Gitmesi gerekiyordu. Gidecekti. Kapıdan çıktı. Yine aynı sesleri işitiyordu. Birden fazla kişiydiler. Konuşuyorlardı fakat ne dedikleri anlaşılmıyordu. Etrafına bakındı. Her zamanki gibi onları görememişti. Koridorun başında bir görevli duruyordu. Ne yaptığını bilip bilmediğini düşündü istemsizce. Onun yastığının nerede olduğunu ya da gündüz uyumanın nasıl bir şey olduğunu düşündü. Ona görünmeden oradan çıkmalıydı. Bir süre hareketsiz bekledi. Görevli görünmeyen ya da duyulmayan bir şeyi kafasıyla onaylayıp koridordan çıktı. Bu harekete anlam veremese de şanslı olduğunu düşünerek ters yöne doğru koşmaya başladı. Büyük kapılardan geçiyordu. Geçtikçe geçilen kırmızı kapılar… Zihni artık saymayı bırakmıştı. Somut olan her şey birbirinin aynıydı. Durmayacaktı. Koşmaya devam etti. Nefesi kesildikçe durup dinleniyor sonra devam ediyordu. Ne kadar vakit geçtiğini bilmiyordu. İnsan… İnsana ihtiyacı vardı. Odalara girip herkese her şeyi anlatmalıydı. Onların da kendisi gibi olduğuna emindi. Bağırmayı düşündü. Nefesi hızlandı. Denedi ama yapamadı, sesi çıkmadı. Kendini öylece ortaya atmak kolay değildi. Şu birkaç saatte hayatının tümünden daha fazla tecrübe edinmişti. Bir an geri dönmeyi düşündü. Bu kadarı bir süre yeterdi belki ona. Çok geç, değişmişti. Daha fazlasını istiyordu. Daha fazlasını yapacaktı. Önüne çıkan ilk kapıdan içeri girmeye çalıştı. Giremedi. Kendi kapısının kilitli olduğunu hatırlamıyordu hiç. Devam etti. Önünde alabildiğine koridor, odalar ve büyük kapılar vardı. Hepsini zorladı. Hiç birini açamadı. Denedikçe hırslandı. Kırarcasına zorluyordu kapıları ama olmuyordu. Tüm gücünü kullanmak onu yormuştu. Yavaşladı. Deniyordu hala deniyordu ama her gün işe gittiğinde nasıl çalışıyorsa öyle deniyordu. İşteki sıradan bir güne dönüştü kapıları açmaya çalışmak. Sonuç aynıydı. Hiçbir şey değişmiyordu. Pes etmek üzereydi. Kapılardan birine abandı. Olan kuvvetini tek bir kapıda tüketiyordu. Değişen hiçbir şey olmuyordu. Bundan sonra da olmayacak mıydı? Sinirleri boşaldı. Kapıyı bıraktı. Duvara dayanıp bir nefes verdi. Gözünden yine o tanımlayamadığı sıvı yavaş yavaş süzüldü. Nefes alış verişi de hızlanmıştı. Bağırarak ve inleyerek nefes alıp veriyor gözünden oluk oluk sıvı akıtıyordu. Tüm bu çöküşün ardında, içinde bir yerlerde bir umut vardı. Az sonra ağlamaktan kendini kaybedecek olsa da bir yandan kendine acırken diğer yandan düşünüyordu. İniltilerini biri duyar da belki odasından çıkardı. Her şeyin bu kadar kötü olduğu bir durumda bunu düşünmesine anlam verememişti. Bu anlamsızlık da diğerlerinin yanına gitti, içindeki birikintinin üzerine oturdu. Yine de hala oradaydı ve bu durum onu biraz olsun sakinleştirmişti. Gözlerindeki buğu gidince etrafı biraz daha net görebildi. Boşluk… Kimse yok. Kimse duymamıştı. Daha kötüsü; belki de duymalarına rağmen çıkmamışlardı. O olsa çıkar mıydı? Bilemiyordu, o odadaki kişi değildi artık. Kimdi belirsizdi. Buna rağmen o olmamaktan mutsuz değildi. Ama yalnızdı. Dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere çöktü. Sıvının geleceğini hissetti, burnu yandı. Sanki akmayacaktı. Sanki sıvı deposu tükenmişti. Burnu hala yanıyordu. Yankılar duydu. Ardından gıcırtılar… Koridorun her iki ucundaki kapı da açıldı. Farklı yönlerden birer görevli ellerinde yastıklarla geliyorlardı. Ne yapacağını bilemedi. Hem korkmuyordu hem ödü patlıyordu. Yeni bir şey hissetmişti. Bunları yaşarken yeni bir şey hissetmesine seviniyor, görevliler ona yaklaşırken hepsini aynı anda düşünebilmesine şaşırıyordu. Düşüncelerini içinde çöktüğü bu binaya benzetti. Hem dikey hem de yatay bir sürü kattan oluşuyor genişledikçe genişliyordu. Bu bina gibi… Şimdi sadece korkuyordu. Kafasının içindeki binadan hızla çıktı. Buradan da çıkmalıydı. Görevliler sakince ona gelmeye devam ediyorlardı. Binasını korumalı ve sonra onu yıkmalıydı. Adımlar aynı düzende ve aynı sıklıktaydı. Ona iyice yaklaştıklarında çok düşünmedi. Yastıklar havaya kalktığında hayvani bir dürtüyle soldakine karşı koydu ve onu ittirdi. Tekrar koşmaya başladı. Şaşkınlık, zevk, heyecan, korku… Hepsini aynı anda hissetmek nefesini kesiyor ama bu durum tam tersine adımlarını hızlandırıyordu. Koştu. Koştu. Koştu… İkinci koşunun da sonu gelmiyordu. Kapıları zorlamasının bir anlamı kalmamıştı. Birkaç denemeden sonra açık kapı bulma gayesi hızlıca tükenmişti. Üzülmedi buna. Duvarın dibinde ağlarken vaz geçmişti herkesten. Ne kadar olduğunu tahmin edemediği bir koşudan sonra koridorda başka bir görevliye rastladı. Hiç korkmadı. Gözünü karartmıştı. Tereddüt etmedi. Görevliye saldırdı ve onu köşeye kıstırdı. Olup biteni öğrenmek istiyordu. Hemen… Dışarda ne vardı bilmeliydi. Görevli ona karşı koymadı. Dirseğini boğazına dayamasa da her şeyi anlatacak gibiydi. Yavaş, tek tek ve belli bir düzende cümleler ağzından döküldü görevlinin. Dışarda bir şey yoktu. Dışarısı diye bir şey yoktu. Her şey ve her yer bu binadan ibaretti. Herkes bu binadaydı ve herkes bu binaya hizmet ediyordu. İnanmak istemedi. İnanmadı. İsyan edecekti, bağıracaktı, bir şey yapacaktı. Bir şey yapmalıydı! Görevli onun kolunu sakince indirdi. Ellerini iki yana açtı. İki uçtaki iki kapıyı işaret ediyordu. Anladı. İstediği yere gidebilir, dışarıyı arayabilirdi…

Sabah uyandı. Odasındaydı.  Hızlıca kafasını kaldırdı. Yastıksız yatıyordu artık.