Yaşam Döngüsü
İleri geri yürürken elleri kolları yerinde durmuyor bir başına götürüyor bir iki yana açarak konuşuyordu. Yüzünden birden fazla duygu okunuyordu. Şaşkınlık, öfke, üzüntü, korku… Suratı hepsini barındırıyordu. “Nasıl yaparsın bunu?”
“Böyle bir şeye nasıl cesaret edersin? Sana inanamıyorum, aklını kaybetmişsin. Bunu senin yazdığın ortaya çıkarsa neler olur, sana neler yaparlar, kendini hiç mi düşünmüyorsun? Peki ya beni? Ailemden geriye bir tek sen kalmıştın.”
“Ben hala buradayım bir yere gittiğim yok.”
“Bile bile yapıyorsun. Yazdığın duyulursa nasıl ve nereye kaçacaksın? Yarattığın evrenlerden birine sığınırsın artık.”
“Her şeyden vazgeçersem kaçabilirim. Kitaplarım, kalemlerim ve biraz kâğıt yeterli. İhtiyacım olanlar bunlar.”
“Farkında değilmişsin gibi davranma Allah aşkına! Ölüm fermanını yazmışsın. Kaleminden dökülenler hayatına mâl olacak bunu sen de biliyorsun. Yazı yazamazsın! Roman, öykü, makale hiçbir şey yazamazsın! Daha fazla burada duramayacağım, gitmem senden uzaklaşmam lazım sakin kalmakta zorlanıyorum. Yaptığını aklım almıyor gitmem lazım” dedi Deniz.
“Özür dilemeyeceğim Deniz, üzgünüm ama yazdığım için özür dilemeyeceğim. Yazmadığım her an boğuluyorum anlamıyor musun? Etrafımızdaki her şey mükemmel yapılıyor, her şey kusursuz. Biz kusursuzluğun içinde var olamıyoruz, ben olamıyorum. Yazılabilecek bütün versiyonlar yazıldı size gerek yok diyorlar. Ben gerek olsun diye yazmıyorum, ben yaşamaya devam edebilmek için yazıyorum. Bazen aklıma gelen bütün kelimeleri sıralıyorum sonra dönüp okuyorum. Hepsi safsatadan oluşuyor, o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam sana” derken gülümsemeye başladı. Kahkahaları giderek büyüdü delirmiş gibi görünüyordu. Deniz ise anlamaktan çok uzakta Ada’yı izliyordu.
“Sen sadece sıkılmışsın, sıkıldığın için hayatını tehlikeye atamazsın buna izin vermem. Kadınsın diye kendini şanslı sanma sakın sen imtiyazlı kadınlardan değilsin.”
“Doğru ben doğuramadığım için imtiyazlı olamıyorum. Yaşım da geçti zaten değil mi? Ne olduğu bilinmeyen kurallarına uysam bile artık yaşa takılırım yaştan kaybederdim değil mi Deniz? Artık gitsen iyi olur.”
Ada dolan gözlerini gizlemek için arkasını dönmüştü ki saklamasına gerek kalmadan Deniz Hışımla ceketini aldı ve kapıyı olabildiğince hızlı çarparak evden koşar adımlarla uzaklaştı. Normal bir dünyada çocuğunun olmaması canını acıtmazdı. Ne yazık ki normal dünyada yaşamıyorlardı. Doğurabilseydi imtiyazlı olacaktı. Doğurabilseydi istediğini yapabilecekti. Gizli saklı yazmasına gerek kalmayacaktı. Belki onun yazdıklarını da okumak isteyenler olurdu belki aynı hisleri yaşayan insanlara tercüman olurdu.
Kocaman sessizliğin içinde yapayalnız kalmıştı. Tabii ki her şeyin farkındaydı. Yazmak yasaktı. Sadece izin verilenler yazabilirdi ve o onlardan biri değildi. Daha sakin konuşmalıydı, Deniz’i yatıştırmalıydı belki de susmalı hiç cevap vermemeliydi. Kaybetme korkusunu iliklerine kadar yaşarken kapı çaldı. Deniz’i görme umuduyla kapıya koştu. Karşısında yan komşusu Elvan vardı. Elinde üzeri örtülü bir tabakla gülümsüyordu.
“Eski adetleri unutmamak lazım, kokmuştur diye sana da getirmek istedim” dedi ve içeri davet almış gibi salona doğru yürümeye başladı. Ada tutmaya çalıştıysa da umursamadan yürümeye devam etti. Elvan’ın önüne geçerek “ne gerek vardı zahmet etmeseydin” dedi nefes nefese. Yazıları salonda duruyordu, sağ elini kapıya götürerek salonun kapısını kapattı. Ayrıca keki de kokmamıştı, istese de kokamazdı. Keki kek yapan her malzeme yapaydı, kokuları yoktu.
“Ne zahmeti canım komşu komşunun külüne muhtaç” diyerek kahkahayı patlatan Elvan’a karşı Ada sahte gülümsemesini sergilemekle yetindi. Ada’nın sessizliğine teklifle karşılık verdi.
“Madem öyle çayını içerim.”
“Ah çayım kalmadı”
“Kahve de olur” diyen Elvan mutfağa doğru yöneldi. Ada hızlıca zihnini taradı, mutfakta defter kalem var mıydı emin olamadı. Elvan’ın önüne geçerek mutfağa önce o girdi. Etrafı kolaçan ederken gülümseyerek havadan sudan konuşmaya çalışıyordu. “Kahvem var mı ona da bakmam lazım” dedi.
“Ayol mis gibi kahve kokuyor evin yoksa son kupayı sen mi içtin?”
Elvan’ın keyfi bugün yerindeydi belli ki. “Vardır herhalde ya bakmam lazım dediğim gibi hatırlamıyorum.”
Elvan masaya kurulurken yazılarını mutfakta bırakmadığına sevinip sakinleşti, kahve yapmaya başladı. Elvan’la yapılan boş sohbeti gönülsüzce devam ettirmesi pek işe yaramamıştı Elvan kendi kendine konuşuyordu. O konuşurken Ada da kendinden uzaklaşıp Elvan’ı incelemeye başladı. Neşesini hiç kaybetmemiş görünüyordu. Sarı saçları omuzlarından dökülüyordu. İnce kaşları, kocaman gözlerini öne çıkartmak için geride kalmış gibiydi. Güzel bir kadındı. Ada’nın bakışlarını fark eden Elvan rahatsız olmuşa benzemiyordu. Dikkat çekmekten çekinmeyen biriydi sonuçta eski fenomenlerdendi. Belki bakışlarından belki de suskunluğundan ya da her ikisinden dolayı Elvan kalkmaya karar verdi.
“Neyse ben gideyim artık sen hiç kalkma ben çıkarım hadi görüşürüüüz” diyen Elvan gelişi gibi ani çıkış yaptı.
Saatler ilerledikçe Ada’nın huzursuzluğu artıyordu. Hava kararıyor Ada olumsuzluğa daha çok sürükleniyordu. En başından ne kadar tehlikeli bir işe giriştiğinin farkındaydı ama kendine engel olamamıştı. Artık insanların üretmesi yasaktı. İnsanların üretip makinelerin üretemediği hiçbir şey yoktu. Aksine onlar her şeyi mükemmel yapıyordu. Roman yazmak için insanlara gerek yoktu ki. Yazılabilecek konu sayısı belli, oluşabilecek karakterler belli, olabilecek bütün olaylar algoritmada sıralıydı. Romantik komedi mi istiyorsun hemen karşında, polisiye mi istiyorsun oldu bil, gerilim mi istiyorsun biraz detaylandır ağzının tadına göre olanını bulalım ya da kurgu dışı mı okumak istiyorsun hangi konuda olursa olsun istemediğin kadar kaynak önüne dizilirdi. Tek bir şart vardı: İnsanlar yazamaz. Üretmeleri yasak, onlar hayatlarının tadını çıkartsın robotlar emirlerine amade.
Filmlerdeki gibi ani bir dönüşüm olmamıştı. Kimse, şu gün bu oldu ve hayatımız tepetaklak oldu diyemezdi. Hayat kademeli olarak şimdiki haline dönüşmüştü, kimse fark etmemişti. Başta herkes çok meraklı ve heyecanlıydı. Her geçen gün hayatlarına dahil olan akıllı aletler onları çok etkiliyordu. Yılların yorgunluğu üzerlerinde olan insanlar basit eylemleri kendileri yapmayacak diye mutlu oluyorlardı. Gerçekten de başta her şey insanların hayatlarını kolaylaştırmıştı. Ev süpürmelerine, yerleri silmelerine, yemek yapmalarına, alışveriş listesi hazırlamalarına ve markete gitmelerine gerek kalmamıştı. Lüks fiyatlara sahip ürünlerin muadilleri sayesinde hemen hemen herkes benzer ürünlere sonunda da benzer hayatlara kavuşuyordu. Bütün bunlar yolun başıydı.
Ada küçük evinin kısa koridorunda bir ileri bir geri yürüyordu. Deniz’le bir daha konuşamamanın kaygısını taşıyordu. Ergenken Ada kendi kendisini eski kafalı diye zorbalardı. Eski kafalılığın ergenlikte aykırı olmaya çalışmaktan çıktığını sanmıştı, yıllar geçtikçe insanlara adapte olur diye düşünüyordu. Etrafındaki insanların heves ettikleri şeylere burun kıvırırdı. O büyürken gelecek şekilleniyordu. Etrafı yazılım konuşmalarıyla doluyordu. Onun ise yazılım dünyasına olan ilgisi bir köpeğin uçmaya olan ilgisiyle eşdeğerdi. Asıl paranın o alanda dönüyor olması da onu heyecanlandırmazdı. İstediği şey sessizlik içerisinde oturup kitap okumaktı. Deniz’in doğum günü hediyesi olarak aldığı e-kitap okuyucuya bile önyargıyla yaklaşmış kalıplarından zor çıkmıştı. Kalıplarını yıkmak için Deniz’in seçtiği yol Ada için çok iç açıcıydı. Yine kitapları kullanmıştı.
“Tamam biliyorum teknolojik aletlerden çok hoşlanmıyorsun ama bu farklı. Bu tam sana göre ve sen de bunun farkındasın. Ayrıca haklısın, hediye açılmaz ama kitapları yüklemek için açmak zorundaydım” demişti muzip bir ifadeyle. Okuyucunun içine sayamadığı kadar kitap yüklemişti. Ada kendi duvarlarını yıkmakta çok zorlanan biriydi. Kitap satın almak, onlara dokunmak, sayfaların üzerine not almak, yıllar sonra açıp burada ne düşünmüşüm ne hissetmişim de altını çizmişim diye bakmak hoşuna giderdi. Deniz’i kırmak hayatında isteyeceği son şeydi onun için ve onun sayesinde teknolojiyle sulh sağlamıştı. Kullanmak zorunda olduğu her teknolojik alete çok temkinli yaklaşırdı. O çocukken internette ünlü olan arkadaşları kelimenin tam anlamıyla parayı kırmıştı. Sosyal medyaya girip onlara bakınca farklı insanlar görüyordu. Arkadaşlarını tanımasa haklarında farklı düşünürdü. Ne kadar bilge, zengin, bakımlı, sosyal ve mutlu görünüyorlardı. Halbuki gerçek bu değildi. Bilmese hayranlık duyabilir hatta içine kıskançlık tohumları ekebilirdi ama biliyordu kimse göründüğü gibi değildi. Tanıdığı insanlar sıradandı. Bu durumu ikiyüzlülük olarak görüyor ve herkesten uzaklaşıyordu. Onun gözünde suçlu teknoloji değil insanlardı. İkisinden de kaçamıyordu ama saklanabiliyordu.
Eski günleri hatırlamak ona iyi gelmişti. Anlık da olsa sakinleşebilmişti. Günler geçiyordu o Deniz’e ulaşamıyordu. Hiç bu kadar uzun süre birbirlerinden haber almadan durmamışlardı. Sahi kaç gün geçmişti? İki? Üç? Farkında değildi.
Deniz’den gizli bir şekilde yazmaya başlamak onun için çok zordu çünkü ondan hiçbir şey saklamazdı. Endişesi vücuduna yayılıyor farkında olmadan dudaklarını yiyor, tek tek parmaklarını sıkıyordu. Deniz onunla bir daha görüşmek istemese haklıydı. Ada’yla görüşmesi Deniz’i de riske atıyordu
Bir haftadan fazla olmuştu Deniz’den haber yoktu.
Dönüşüm ani olmamıştı fakat hızlı olmuştu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki insanlığın çoğu neler olup bittiğini anlamıyordu bile. Robotların yapamadığı tek bir şey vardı o da doğurmak. İnsanlığın devam etmesi için tek çare kadınlardı. Kadınlar bir nevi altın dönemini yaşıyordu. Her şeyden önce özgürlerdi. Dışarı çıktıklarında yüzlerindeki gülümsemeden anlaşılıyordu özgürlükleri. İlk yıllar rüzgârı saçlarında hissettiler ve yeni dünya düzenini anlayamadılar, yabancı geldi. Kavradıkça hoşlarına gitti, yaşamak buymuş dediler. Yaşamaya başladılar. Özgürlüklerin tadına varanlar etrafına bakınca gariplikleri fark etmeye başladılar. Bütün kadınlar özgür değildi. İlk şart doğum yapabiliyor olmaktı. Eğer vücudun buna izin vermiyorsa diğerlerinden farkın kalmıyordu. İkinci şart ise bilinmiyordu. Sağlıklı olan her kadın imtiyazlılar arasına katılamıyordu. İzin verilenler doğurabiliyordu. Karşılık olarak da istediklerini yapabiliyorlardı. Ada bunlardan biri değildi.
“TAK! TAK! TAK! TAK! TAK!”
Kapı kırılacak gibi çalınıyordu.
“TAK! TAK! TAK! TAK! TAK!”
“Geldim geldim”
“Çabuk kapat kapıyı çabuk”
Gelen Deniz’di. Çok telaşlıydı, elinde basılmış bir kitap tutuyordu. Kitabı Ada’ya doğru sallayarak “bunu senin yazmadığını söyle, lütfen paranoyak olduğumu söyle” dedi. Gürültüyle kapıyı çalan o değilmiş gibi fısıldayarak konuşuyordu. Yalvaran gözlerle bakıyor cevap bekliyordu.
“Saçmalama Deniz, benim yazdığım her şey evde duruyor. Kitap falan bastırmadım ben, nasıl yapılır bilmiyorum. Odamda kendi kendime yazarken korkuyorum kitap basmaya nasıl cesaret edebilirim?”
“Doğruyu söylüyorsun değil mi?” Telaşı azalmıştı, şüphesi devam ediyordu. Sinirlenmeye başlıyordum.”
“Kitabım basılsa bilirim herhalde” dedim.
“Bu benzerlik basit bir tesadüften öte değil o zaman. Hayır, çok benziyor bu kadarı tesadüf olamaz şuna bir bak” diyerek elindeki kitabı bana uzattı.
İsimsiz basılmış kitabı elime aldım. İsmi aynıydı, arka kapağını çevirdim. Benim arka kapak yazım yoktu. Kimse okumayacağı için arka kapak yazısına ihtiyacım yoktu. Sanki benim yazdıklarımı andırıyordu. Konusu aynıydı ama bu olabilirdi. Bu konuyu okumak isteyen herhangi bir insan için hemen roman basılabilirdi, talep edilmesi yeterdi. Nüfus azaldı ama hala milyonlarca insan var dünyada. Biri istemiş olabilirdi. Ada yavaşça kitabın ilk sayfasını açtı. Gözlerine inanamıyordu:
“İleri geri yürürken elleri kolları yerinde durmuyor bir başına götürüyor bir iki yana açarak konuşuyordu…”