YALAN HAYAT
"Ellerimi çözer misin artık."
Sandalye de ters oturan Uzaya yönelttiğim sorudan sonra oturduğu yerden kalkıp tam karşıma dikildi.
"Ellerini çözeceğim ama önce bu anlattıklarımdan neler anladın onu bir söyle, bu kadar şeyi uyduruyor olamam değil mi? Ailenin başındaki bela sadece Gece halkı değil, seni kötü olan gece halkıyla birlikte çalışan Erdi'den korumak için Nermin teyzeye verdiler."
Uzayın anlattığı hikayeyi tekrar zihnimde gözden geçirmiştim, Erdi denen bir adamdan da bahsetmişti, beni o adamdan mı koruyorlardı? Neyden koruyorlardı? Uzay bir cevap vermemi bekliyordu, hayır ellerimi de çözmüyordu ki.
"İnsanoğlundan önce yaratılmış gece halkından bahsettin, tarihi örnekler verdin, yeni tür olarak melezler yaratmışlar ve savaş bitmiş. Yani anladığım bu ama Erdi de kim? Benimle derdi ne?"
Verdiğim cevaptan tatmin olmuş gibiydi, uzay cebinden harry potter filmlerindeki asalara benzettiğim mavi renkte ucunda anlamadığım bir şekil olan sopayı çıkardı.
Sopanın şekilli ucunu bana doğrulttuğu anda elimdeki mavi hüzmeler Kayboldu.
"Teşekkür ederim."
Dedim, sahi neden teşekkür etmiştim ben. Yıllardır dostum dediğim insan bana bambaşka şeyler anlatıyor, başka biri olduğundan bahsediyordu, üstelik uzun uzun anlattığı yeryüzü şeysini de tam olarak anlamış değildim. Daha sabah çok normal davranıyordu.
Odayı daha yeni yeni inceleme fırsatı buluyordum, karşımda sade bir başlıkla duran tek kişilik bir yatak, iki yanında eski zaman işlemelerinden olan komodinler, camın yanında iki tane tekli koltuk onları ayıran küçük bir masa vardı. Kapının yanındaysa büyük bir dolapla tamamlanıyordu oda.
"Biz neredeyiz uzay?"
Sorduğum soruyu yanıtsız bırakan uzay tekli koltukları işaret etti, beraber ilerledikten sonra teklilerden birine oturdum o da karşıma geçti.
"Aslına bakarsan odamdayız."
Her geçen dakika varlığını sorguladığım şu anın verdiği fazlasıyla şaşkınlık, hızla içimde canlanan korku kırıntılarının birleşip içimde bir dağ olmasıyla son buluyordu, gözlerimle odayı yeniden turladım.
"Ama senin odan böyle değil."
Söylediğim cümle onu güldürmüş olacak ki ufak çapta bir kahkaha attı.
"O sadece formailteden kullandığım evimdi, sana yakın olmak zorundaydım."
Cümleyi kurduğu her saniyeyi etrafımda turlayarak tamamlamıştı, bakışlarımı kaçırmaya çalışıyordum ama faydası yoktu.
"Ama neden? Benim korumaya ihtiyacım olduğunu hiç sanmıyorum."
Dediğimde uzayın neşeli suratı düştü, şartların ne kadar tuhaf olduğunu yok sayarak ve Uzayın benin hala tanıdığım insan olduğunu umarak konuşmalarımı sert tonda tutuyordum, ayrıca ben normal hayatımda geçinip gidiyordum. Kimse de hırçın yapım dolayısıyla bulaşmazdı bana.
"Anlaşıldı sana bunu başka türlü anlatacağım, beni takip et."
Ben 'nereye?' demeye kalmadan uzay kapıya ilerledi, bende peşine takıldım.
İki tarafta sonu belli olmayan uzun koridorlar bulunuyordu, uzay beklemeden sağ tarafa döndü bende arkasından. Herhalde bu koridorlarda tek başıma yürümüş olsam kaybolurdum, bir koridorlardan diğerine geçiyorduk duvarların çoğu yerinde önemli kişiler olduğunu tahmin ettiğim insanların portreleri yer alıyordu.
Sonunda Uzay bir kapının önünde durduğunda az kalsın sırtına çarpıyordum, yine o mavi sopayı çıkarıp kapının üstünde yer alan şekli çizdi kapıdaki şekil parladığında kapı kendiliğinden açıldı.
"Hadi girsene?"
Uzayın soru mahiyetindeki cümlesi beni içeri girmeye itti, burası devasa bir kütüphane gibiydi. Her yerde raflar ve kitaplar vardı, odanın ortası yuvarlak bir açıklıktı etrafı masa ve sandalyelerle çevriliydi.
kitaplarla dolu rafların arasına daldığında bir çeşit meraklı melahat olan ben kafamı Uzay'ın gittiği yöne doğru eğdim, her raf sırasının üstünde ne ile ilgiliyse o yazıyordu, hangi raftan aldığını görmek için ayağımı da o yöne atarak esneme payımı genişlettim.
'Alfa takımı görev arşivi'
Yazan bölmeye bakıp büyük kasetler gibi duranlardan birini aldı elinde üstünü incelediğinde gülümsedi, sanırım aradığını bulmuştu, hızlı adımlarla yanıma doğru ulaşırken tuhaf göründüğümden emin olduğum duruşumu bozdum.
"Sana hayatını anlatacağım, ama bu sefer bir hikayeyle değil. Gözünle görmeye hazır mısın?"
Ben şaşırmış gözlerimi uzaya çevirirken o benim elimi tutarak ortadaki açıklığa sürükledi, elimi bırakmadan diğer elindeki değneği kasedin üstüne tuttu biraz bekledikten sonra kasetten geri çekti kaset gibi şey hala sol elindeydi, ben hala elinde duran kasede bakarken o değneğini yukarıya tutarak daire çizmeye başladı.
Değnekten çıkan mavi ışık yukarıdan aşağı doğru inip bedenlerimizi kaplamaya başlamıştı, artık odayı göremiyordum tek görebildiğim Uzay ve etrafımızı çevreleyen mavi ışıktı.
Mavi hüzmeler yavaş yavaş etrafımızdan dağıldığında bambaşka bir yerdeydik.
Karşımda az çok benim yaşlarımda iki genç sırt sırta vermiş her an savaşa hazır gibiydiler, ellerinde Uzayın sopasına benzer sopalar vardı sadece renkleri farklıydı. Kızda olan sopa kırmızı renkteydi, erkeğin ise sarı.
Etrafa baktığımda gördüğüm yaratıklar o iki gence gözlerini dikmiş onlardan gelecek bir atak bekliyorlardı, uzayın arkasına geçmemle hafif kıkırdadı.
"Bu geçmişten bir görüntü sana zarar vermez." Geçmişten bir görüntü mü? Ama o kadar gerçekçiydi ki sanki iğrenç yaratıklar o gençleri bırakıp her an bize saldıracak gibiydiler.
"Ne yapacağız? Çok kalabalıklar."
Dedi kız, yüzünde bariz bir korku vardı, ona baktığımda çok tanıdık birini andırdığına yemin edebilirdim ama kafamdaki parçalar bir türlü birleşmiyordu, emin olduğum şeyse birbirimize gerçekten benziyor oluşumuzdu.
"Kapana kısıldık Alya, bunu söylemekten hiç hoşlanmayacağım ama başka çaremiz yok."
Koyu kahve saçları terle kaplanmıştı, birkaç tutam alnına düşmüştü derin bir nefes çekti içine, önüne gelen tutamları sıkıntıyla geri attı.
"Enerji özümüzü birleştirmek zorundayız."
Erkeğin daha yeni çıkmaya yeltenmiş hafif sakallı yüzü gerildi, o gerildiğinde bende gerildiğimi hissettim. İki kişiye on kişiydiler, ayrıca allah aşkına yaratıklar tuhaf ve korkunçtu onların yerinde ben olsam çoktan kaçmış olurdum yaratıklarda beni yakalamış ve derimi yüzüyor olurlardı.
"Ama bu çok tehlikeli Sadi, enerji ikizim değilsen ölebiliriz bunu biliyorsun."
Karşıdaki kızın savaşacak hali kalmamış gibiydi, ayaklarının artık onu taşımaya direniyor oluşunu dehşet içinde izliyordum.
"Evet biliyorum ama başka çaremiz yok, saatlerdir engellemeye çalışıyoruz karargaha girmeleri an meselesi."
Dedikleri içimi acıtmaya başlamıştı, dokunsam yere yığılacak kadar bitkin görünüyorlardı, sırf bu karargah denen yeri korumak için canlarını feda etmeye razıydılar.
Uzaya baktığımda iki genci hayranlıkla izliyordu.
"Enerji ikizi ne?"
Uzay karşımızdaki iki gençten gözlerini ayırıp bana baktı.
"Her koruyucunun bir enerjisi vardır ve hayatta o enerjinin bir ikizi vardır. Eğer ikiz enerjilere sahip iki insan birbirini bulursa yenilmez bir takım olurlar ve o birliktelikten doğacak çocuk çok güçlü olur, şimdi izle."
Uzayın söylediklerini idrak etmeye çalışırken tekrar o iki gence baktım kızın değneği sağ elinde erkeğin sol elindeydi, sırt sırtayken el ele tutuştular.
"Hazır mısın?"
Dedi çocuk, kız ise sıkıntıyla iç çekerek kafa salladı, kötü şeylerin olacağını seziyor gibiydi.
İkisi de aynı anda anlamadığım dilde bir şeyler söylemeye başladılar, etraflarında ışık hüzmeleri oluşuyordu. Onların ki uzaydan farklı olarak kırmızı ve sarıydı. İki renk birbiriyle ters şekilde dönüyor ama asla birbirine karışmıyordu, yaratıklar atağa geçtiğinde daha da bağırarak söylemeye başladılar.
Işık gittikçe güçleniyor etrafında yarım daire şeklinde bir bariyer oluşturuyordu, ikisinin de gözleri kapalıydı, ellerini tek bir saniye olsun oynatmıyorlardı, yerlerine mıhlanmış gibiydiler. Bariyer büyüdükçe güçleniyor ve elektrikleniyor gibiydi, gençlerin yaptığı atağa cevap veren yaratıklar üzerlerine doğru atıldı, bariyere çarpan her yaratık kül olup sağa sola uçuyordu.
Birden bariyer büyük bir patlamayla dağıldı etrafındaki her yaratık birer kül yığınından başka bir şey değildi, son gördüğüm koyu turuncu toz bulutu ve yerde cansız yatan iki gencin bedeniydi.
Uzay yeniden kaseti tutan eliyle elimi tutmaya çalışarak değneği salladı ve yine aynı ışık bedenimizi etkisi altına aldı. Etrafımızda olan turuncu toz bulutu kaybolmaya yerini hastane gibi kokan yere bırakmıştı.
Etrafımızdaki mavi ışık kaybolurken gerçekten bir hastane de olduğumuzu kavradım.
Az önce savaşan iki genç şimdi yan yana duran yataklarda uyuyorlardı.
"Yaşıyorlar mı?"
Diye bir soru yönelttim Uzaya, bir an bana baksa da hafif bir gülümsemeyle tekrar yatan iki gence döndü.
"Yaşamak zorundalar, çünkü onlar senin ailen."
"Ailem mi?"
Tekrar yataklarda yatan iki gence takıldı gözlerim, yavaşça kızın yattığı yatağa ilerledim. Saçları, yüzü daha az önce savaşan kendisi değilmiş gibi huzurla yatıyordu, onda kendimi gördüğümü düşünmüştüm birde. Peki bunlar ailemse niye beni başka bir kadına teslim etmişlerdi.
Birden kapının sert bir biçimde açılmasıyla irkilip geri Uzayın yanına döndüm, içeri doktor önlüğü giymiş bir adam ve ardından 2 kişi girdi biri annem olduğunu öğrendiğim kızın yatağına diğeri ise babam olduğunu öğrendiğim erkeğin yanına geçti.
"Şu an hala uykudalar fakat pek umutlanmayın, ikisinin de durumu riskli."
Doktorun yaptığı konuşmadan sonra annemin yanındaki erkek sinirle doktorun önüne geldi, boynundaki damarlar öyle gerilmişti ki kendini sakinleştirmek için ellerini yumruk yapmış aşırı derecede sıkıyordu.
"Peki neden benim Alya'm bu halde?"
Doktorla konuşan çocuk sinirliydi fakat dokunsanız aniden ağlayacak gibiydi, babamın yanında oturan kızsa çoktan hıçkırıklara boğulmuştu bile.
"Alya ile Sadi enerji ikizi olmadıkları halde tehlikeli bir ayin kullanmışlar, bu halde olmaları bile mucize ayini tamamlayamadan ölmüş olmaları gerekirdi."
Dehşet içindeki gözleri bütün odayı etkisi altına alıyordu her an değişen ruh haline ayak uydurmakta ben zorlanmıştım karşısındaki doktor aksine çok daha sakindi, bu adam her kimse anneme değer verdiği görmemek aptallık olurdu.
"Sen neler söylüyorsun, Alya bunu yapmaz. Enerji ikizim olduğunu biliyordu, kendi hayatını bile bile tehlikeye atmaz."
Çocuğun söyledikleri karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyordum, annemin enerji ikizi başkasıydı ama o sırf herkesi kurtarmak için canını ortaya koymuştu. Gerçekten çok yürekli biriydi.
"Böyle bir durumda hala yaşıyorsa demek ki artık enerji ikizi değilsiniz, büyük ihtimal bağlarınız kopmuştur, bu ayin çok güçlü, bu durumda çoktan ölmüş olmaları gerekirdi. Koruyucunun yaşama şansı çok az olan bir ayin bu ağır sonuçları var elbet."
Doktorun karşısındaki çocuk sonunda kendini tutmaktan vazgeçmiş görünüyordu aniden adama sert bir yumruk indirdi, doktor yere düşerken '818. oda kırmızı kod' diye bağırdı, iki koruma odaya koştu.
"Çıkarın şunu odadan"
Korumalar çocuğu yaka paça çıkarırken doktor burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi ve birkaç küfür eşliğinde odadan çıktı.
Uzay tekrar elimi tuttuğunda buradan da gideceğimizi anladım, tekrar o tanıdık mavi ışık etrafımızı sardığında hastane kokusu yerini toprak ve deniz kokusuna bıraktı, ışık hüzmeleri etrafımızdan kaybolmaya başlarken uçuruma yakın bir yerdeydik. Bastığımız toprak yeşil çimlerle buluşmuş ağaçlar gölgemiz olmuştu. Aşağısı denizdi berrak mavi, babamın koyduğunu tahmin ettiğim sarı mumlarla uyum içerisindeydi, annem ile babamsa az ilerde karşılıklı yere oturuyorlardı.
"Erdi ile aramda bir bağ vardı o da kalmadı."
"Benimde Selinle."
Karşılıklı cümlelerinin ardından gülüşmeye başladılar.
"Düşünebiliyor musun? Eğer bu olay yaşanmasaydı göz göre göre Erdi ile birleşiyordum."
"Birleşmek?" Diye uzaya sorduğumda, bana 'cahil misin?' Bakışı attı.
"Koruyucularda birleşmek, evlenmek anlamına gelir şaşkın. Biraz mantık yürüt." Uzay benimle konuşurken bile bana bakmıyordu. Bende onu takmayarak annem ile babamı izlemeye devam ettim.
"Sen istesen bile izin vermezdim, bu dünyada sadece enerji ikizinle evlenecek değilsin ya."
Annem babama ufak bir tebessüm gönderdi ve avuçlarını ellerinin içine aldı.
"Artık ikizim sensin, babam beni seninle birleştirmek zorunda."
"Haklısın deniz ailesi gelenekleri, herkes enerji ikiziyle evlenmek zorunda."
Babamın bu cümlesinden sonra etraflarındaki mumları söndürüp ayaklandılar, annemin omzuna elini attı ve ormanın içine doğru yürümeye başladılar.
"Seninle şimdi bundan birkaç yıl sonrasına gideceğiz, hazır mısın?"
Uzayın bu sorusuna sadece onaylarcasına kafa sallayarak cevap verdim.
Tekrar etrafımızı mavi ışık sardığında burayı özleyeceğimi düşündüm, çok güzel bir yerdi doğa ayaklarımızın altındaydı uçurumun ardında masmavi deniz kucaklıyordu.
Mavi ışık etrafımızdan kaybolduğunda bir evdeydik, gayet şık döşenmiş bu evde annem ile babam hararetli bir tartışma içerisindeydiler yanlarında 2 yada 3 yaşlarında bir bebek oyuncağını dişliyordu.
"Evrin yanımızda güvende değil Alya, onu bu kadar savunmasızken koruyamayız."
Babam anneme yalvarıyor gibiydi, omuzlarından tutmuş ikna etmeye çalışıyordu.
"O benim kızım Sadi, başkasına teslim etmek istemiyorum ama başımızdaki çok büyük bir sorun sırf o Erdi pisliğinin intikamı yüzünden kızımın ölmesine izin veremem."
Annem yere çöktü hem ağlıyor hem de benim 3 yaşındaki halime sarılıp öpüyordu.
"İşte bu yüzden kızımızı korumak zorundayız, emin ellerde olacak güven bana kılına en ufak bir zarar gelmeyecek."
Babam da annemin yanına çöktü, sımsıkı sarıldı karısına.
"Artık Evrin'i götürmem gerek Alya, lütfen."
Bende ağlıyordum, neden ağladığımı da bilmiyordum üstelik, sadece ağlamak istiyordum. Bir şekilde duygularımın bunların gerçek olduğundan emindi fakat mantığım devamlı sorgulamaya devam ediyordu.
"Uzay artık zamanımıza dönebilir miyiz?"
Uzay sadece kafasını sağlamakla yetinmişti, etrafımda mavi ışık belirmeye başladığında son kez annemle babama baktım, annemin kucağındaki 3 yaşındaki halim babamın anneme sarılışı, az da olsa son kez bir aile gibi olduğumuzu gördüm. Etrafımızdaki mavi ışık yoğunlaşırken Uzayın gözlerinin içine baktım, bunca zaman sadece benim yanımdaydı. Gerçekleri bildiği halde sorgusuz benimleydi.
Etrafımızdaki mavi ışık dağılmaya başlarken her şeyin başladığı yerdeydik kütüphanede.
Uzay mavi sopayı cebine geri sokarken ben hala ona bakıyordum, o da fark etmiş olacak ki koyduğu gibi bana soru sorarcasına bakmaya başladı.
"Bana bildiğin her şeyi öğretmeni istiyorum."