TÜNELDEKİ IŞIK
Dr.Ziya, gecenin karanlığında,oldukça geç bir saatte hızlı adımlarla eve dönüyordu. Sessizlik, bir çığlıkla yırtıldı. Başını yukarı kaldıran Ziya’nın görüşüne, yağmur damlaları engel oldu…Elini gözüne siper etti. Sokak lambasının aydınlattığı apartmanın, ilk katının balkonunda iki kişi vardı. Dikkatle bakıyordu ki, kızın siyah saçları, yüzünde patlayan tokatla savruldu… Tokat, Ziya’yı da savurdu… Aldı,götürdü…Doluydu kadına şiddet konusunda. ‘’İmdat’’ diye bağıran sesle kendine gelen Ziya ’’ bir şey yapmalıyım’’ diye mırıldandı. ‘’155’i mi arasam? Sivil polisim diye kapıya mı dayansam’’derken balkon kapısı kapandı, ses kesildi ve ışık söndü. Ziya,donmuş,öylece bakıyordu gözüne takılan siyah saçlara…Zaman, onun için durmuştu…Şimdi gördüğü, babasının tokadıyla savrulan annesinin siyah saçlarıydı…Sırılsıklam olan Ziya zoraki adımlarla evin önünden geçip,sağdaki ikinci apartmana girdi. Asansörü de kullanmayı akıl edemedi, yalnızlık kokan evine girerken .Anahtarı dedesinden kalan antika konsolun üstüne koyduğunda, gözü aynaya takıldı. Ansızınbir tokat savruldu yüzünde; telaşla koştu pencereye…
Geceyi camın önündeki kırmızı koltukta geçiren Dr. Ziya için gün zorlu başladı, öyle de devam etti. Zaten zor adamdı. Aşılmaz yüksek duvarları vardı, 48 yaşındaki yakışıklı doktorun. Roleks saatini düzeltirken,’’hastanız geldi’’ diyen Candan Hemşire’ye ‘’Girsin’’ dedi. Neyse ki günün son hastasıydı. Bilgisayarın ekranından başını kaldırıp, içeri giren hastayı gördüğünde ‘’siyah saçlar’’ diye mırıldanan Ziya,silkelenip kendine geldi. İşine koyuldu. ‘’Baş ağrılarım var’’ dedi genç kız simsiyah gözlerini kaçırarak doktordan. Beyaz, güzel mi güzel yüzü solgun görünüyordu. Dr. Ziya birden bire bilgisayarın ekranına döndü. Telaşla, gelen hastanın adresine baktı. Derin bir nefes aldı. ’’Bu o,bu o ‘’dedi içinden. Hızlıca diğer bilgilere göz gezdirdi. Sibel’di adı. İşte karşısındaydı…Böyle durumlarda Ziya’nın sol bacağı hızla sallanırken, aynı taraftaki eli de yumruk olurdu.’’Hemşire Hanım yardımcı olsun, genel bir muayene yapalım’’ dedi otoriter doktor sesini kullanarak; oysaki amacı Sibel’deki darp izlerini görebilmekti. Telaşla kalktı ayağa genç kız ‘’Gerek yok,sadece başım ağrıyor ‘’ dedi, bir an önce gitmek istercesine. ‘’Müziği sever misiniz? ‘’ diye atıldı Ziya, damdan düşer gibi .Mırıldanırcasına cevap geldi ‘’Piyanistim ben’’ . Sol bacağının sallantısı kesilen, yumruğu açılan Dr. Ziya ‘’Küle Dönen Kalp’’ dedi kızın ilgisini çekmeye çalışırken. Cevap yumuşak bir ses tonuyla geldi ‘’Chopin…’’ Aynı anda ‘’Çok severim’’ demeleri ikisinin arasındaki bir bağın başlangıcıydı belki de. ‘’Konser, resital veriyor musunuz? Dinlemek isterim’’ dedi Ziya, Sibel’e ulaşmaya çalışırcasına. Buruk bir sesle ‘Evet’ diyen Sibel , ‘’Sevgililer Günü kapsamında ayın 13’ünde CKM’de resitalim var’’ diye devam etti. ‘’Gelmek isterim, fazla kalmamış yarın’’ lafı telefonun çalmasıyla havada asılı kaldı. Büyü bozuldu: Arayan Berk’ti. Telefonu meşgule atan Sibel, elini boynuna götürürken yeniden ‘’Başım’’ dedi. Ziya, ‘’A.. evet size ileri tetkikler yapacağım. 16’sına randevu oluşturuyorum. Şimdilik bir ağrı kesici yazıyorum’’ diyerek Sibel’i yeniden görme fırsatı yarattı kendine.
Havanın 2 derece olması hızlı adımlarla yürüyen Sibel’i etkilemiyordu; Berk’ten gelen telefon soğutmuştu yüreğini. Elleri buz gibiydi titriyordu. Bir hastalık gibiydi Berk onun için. Celladına bağımlılıktı sanki. Bir arkadaşı ona ‘’Sende Stockholm sendromu var’’ demişti, alay edercesine. Konservatuara girdiklerinde 11 yaşında tanışmışlardı. İkisi de piyano bölümü öğrencisiydi. Okulun sevimli yakışıklısıydı Berk. Koro Hocası ona ‘listeci’ adını takmıştı. Bir gün o kız bir gün bu kız yıllar geçip giderken elinin altında tuttu Sibel’i. Tutkuyla seveniydi, katlananıydı, Sibel onun. Takıntılı, yorucu bir aşktı Sibel için. Her defasında bitti derken geri dönüşler vardı ilişkide. WhatsApp’tan gelen mesaj sesiyle düşüncelerinden sıyrılan Sibel ‘’Neredesin?’’ sorusuna, ‘’Bitti’’ diye cevap yazdı. ‘’Cesaret edemezsin’’ yanıtı gecikmeden geldi. ‘’Hayatımdan çıktın’’ yazdı Sibel ,eli titrerken. Cevap hemen geldi ‘ben nereye sen oraya’ yanında da bir de köpek emojisi! Stresten gözleri kararan Sibel, sendeledi; tutunacak bir yer ararken Dr. Ziya’nın kendine doğru koştuğunu gördü. Bayılmıştı…
Sibel, kendini sakin sularda salınan küçücük bir tekne gibi hissetti, Dr. Ziya’nın kollarında gözlerini açarken. Oysa o, fırtınalı denizlerde hırpalanan yelkeni param parça yaralı bir sevgiliydi. ‘’Bayılmama mı? Kendime gelirken hissettiklerime mi? Yoksa evimin kapısında doktorun kollarında olmama mı şaşırmalıyım?’’ diye düşündü genç kız. Eve girerken yeniden sendeleyen Sibel’i tutan Dr.Ziya, içini ilk defa titreten, sevgiyle dolduran genç kızdan ayrılmamak için aniden, ‘’Çorba var mı? ‘’ diye sordu. Ilık bir ‘’evet’’ yanıtı gelince ‘’O zaman bana, Beethoven’nın çorbayı neden fırlattığını da anlatırsın değil mi? ‘’ dedi, yaramaz bir çocuk gibi gülerek. Sibel’in, beyaz güzel yüzü aydınlandı… Genç kız kendini iyi hissediyordu. Oysa ki dün gece bu evde cehennemi yaşamıştı. ‘’İçim huzurla doluyor, neler hissediyorum? ‘Ben yıllarca ne yaşadım? Gözümü açtım Berk’i gördüm’’ diye düşünen Sibel’i ‘’Piyanoda kaç tuş var? ‘’ sorusu kendine getirdi. Beyaz yüzlü güzel kız ‘’88 ‘’ diye yanıt verdi, çorbaları koyarken. Çabucak içtiler Sibel’in ‘Mozart’ adını verdiği çorbayı. Sohbet koyulaşmıştı. Ziya da aynı Sibel gibi kendine şaşırıyor, acemi aşıklar gibi çocuklaştıkça çocuklaşıyor; ilgi çekebilmek için her sesin notasını soruyordu. Bu kısacık sürede aralarında bir sevgi bağı kurulmuştu. Bu sevginin ana teması empatiydi…
‘’Sibel, Sibel!! ‘’ sesi ikisini de yaşadıkları büyülü rüyadan uyandırdı. Berk , ‘’Ben bitti demeden bitmez! ‘’ diye bağırıyor, deli gibi kapıyı yumrukluyordu. Sibel’in yıllarca kıskıvrak bağlandığı sevgilisi kapıda, sakin bir liman gibi sığındığı Ziya ise karşısında duruyordu. Panikle ne yapacağını şaşıran genç kız, korkuyla kapıyı açtı. Yeşil gözleri hırstan koyulaşan genç adam, tam Sibel’e çıkışacakken Ziya’yı gördü. Zaman üçü için de durdu… Sendeleyerek, ‘’Siz de kimsiniz?’’ diye çıkışan Berk’in gözü çorba kaselerine takıldı. Sibel, ‘’Yine uyuşturucu kullanmış ayakta duramıyor besbelli ‘’ diye düşünürken, Berk, Ziya’nın üzerine çullandı. Genç kızın çığlığı odada yankılanırken iki erkek arasındaki şiddet olanca hızıyla devam ediyordu. Sonunda, Berk’in hareketsiz kalmasıyla ayağa kalkmaya çalışan Ziya, sarı koltuğa yığıldı. Sibel, her ikisine de zamandan soyutlanmışçasına öylece bakıyordu. Bir süre sonra toparlanan Ziya, Berk’in kulağından akan kanı görünce panikledi, eğilip kontrol etti. Doktor,yüksek sesle ‘’Nabız alamıyorum,ölmüş!!! ‘’ diyerek arkasına döndüğünde Sibel’in piyanoya yöneldiğini gördü. Genç kız hiçbir şey olmamış, hiçbir şey görmemiş, hiçbi rşey duymamış gibi ‘Pearl River’ marka duvar piyanosunun kapağını açtı, zarifçe tabureye oturdu. Parçaya başlamadan önce alması gereken derin nefesi içine çekerek, Beethoven’nın ‘Pathetique’ sonatı’nı çalmaya başladı… İnanılmaz gözlerle Sibel’e bakan Ziya, Berk’in cansız vücudunu kucakladı, piyanoya sürtünerek yatak odasına taşıdı. ‘’Katil oldum, katil oldum ‘’ diye kendini suçlayan Ziya, Sibel’e ulaşamayacağını anladığında korkuyla evi terk etti. Apartmandan çıkarken piyanonun sesi hala geliyordu. Kime ne anlatabilirdi, besbelli o da kaçıyordu Sibel gibi, kendi yöntemiyle…
Güneş, ıslak kış gecesini bitirirken iki sevgili hiçbir şey yaşanmamışçasına sarmaş dolaş uyuyordu… Saat 12 olurken uyanan genç kızın öpücüğüne karşılık gelmedi, Berk’ten. Sibel, alışıktı sevgilisinin umursamaz tavırlarına. Duşta eli şampuanı ararken, akşamki resitalde giyeceği tuvaleti düşündü. Genç kız, ‘’Kırmızı bana çok yakışıyor, hem aşkın rengi bu geceye uygun ne dersin ‘’ diye seslendi, Berk’e. Su sesinden cevabı duyamadığını düşünen Sibel, hızlıca giyinip, tuvaletini ve makyaj malzemelerini alıp, çabucak çıktı evden.
Kendini suçluyordu, Ziya… Sibel’i merak ediyordu… Eve dönmeli miydi? Polis mi çağırmalıydı? O çıktıktan sonra Sibel neler yaşamıştı? Genç kızın psikolojisini çözememişti. Sorunlarından kaçmanın yolu müzik yapmak mıydı? Ya kendi… Kendi kaçmamış mıydı? Katil olmamış mıydı? Babasına duyduğu kin mi onu katil yapmıştı? Sorular çoğaldıkça çoğalıyor, Ziya’yı boğuyordu… Genç adam, çaprazdan gördüğü Sibel’in evinden gözünü alamıyordu. ‘’Bugün onun resitali var ‘’ diye yüksek sesle konuştu Ziya sanki karşısında biri varmışçasına.’’Gidip bakmalıyım’’ diye düşünürken, kapıdan çıkan kırmızı mantolu kızın Sibel olduğunu fark etti. En azından Sibel iyiydi. Bir an için bile olsa rahatlayan Ziya, paltosunu kapıp, sokağa fırladı. ‘’Nasılsın?’’ demek istedi genç kıza; sonra vazgeçti, peşi sıra gitti sessizce…
Martıların şefsiz yaptığı müziği dinleyerek, Kalamış Parkı’nın karşısındaki bir kuaföre giren Sibel, hayatı olağan akışında yaşıyordu. Ziya şaşkındı… Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken gözden kaçırmamak için Sibel’i, kuaförün yanındaki kafeye girdi. ‘’Yoksa Berk ölmedi mi? Ben mi yanıldım?’’ diye düşünen Ziya, sonra ‘’Evde bir ceset var, ben doktorum, yanılmış olamam’’ cümlesini yüksek sesle söylediğini fark edince panikledi. Dört çift göz kendini süzüyordu ki, berber çırağı ‘’Sibel Hanım her zamanki menüden istiyor ‘’ diye içeri girdi. Bu kadarı fazla geldi Ziya’ya. Kendi aklı yerinde olduğuna göre, Sibel’in beyni oyun oynuyordu genç kıza besbelli.
‘’Provaya geç kalmamalıyım’’ sesi, Ziya’yı harekete geçirdi. Sibel, kuaförden çıkıyordu. Genç kızın peşinden fırladı; onu sahil yolunda bir minibüse el kaldırana kadar takip etti. Dolmuşa Sibel’in ardından binen Ziya, onunla göz göze geldi. Bakışları kilitlendi. Sibel, dün geceye Berk’in kapıdan girişine geri döndü. Genç kızın simsiyah gözleri panikledi, yüzü soldu… Ziya’nın ‘’Nabız alamıyorum, ölmüş !’’ sesi kulaklarında çınlamaya başlarken yere yığıldı. Minibüste bir kaynaşma,’’Tutun düşüyor’’ diye bağıran bir kadın sesi… Ziya’yı görmesiyle girdiği şoktan çıkıp, dün gece yaşadıklarını hatırlayan genç kız, karanlık bir tünelden uzaktaki bir ışığa doğru gidiyordu. 14 Şubat’ta evlenme teklifi beklediği Berk, ona Ravel’in ’Bolero’sunu çalıyor, ‘’Günümüz kutlu olsun sevgilim’’ diyordu. Ön koltuktaki yazar ise ‘’Kim bu kız, dramı ne? ‘’diye soruyordu, hüzün çökerken yüreğine…
Sevgililer Günü için yazılmış bir öykü: Minibüsteki genç kızın dramı.