SÜS HAVUZU
*
Parçalı bulutlu bir pazartesi sabahıydı. Bahçeye çıkmıştık. Süs havuzunun karşısındaki bankta oturuyorduk. Sonbahar rüzgârı, bizden sonra dışarıda olmayı seçenler arasında ikinciydi. Esiyor, coşuyor, yaprakları havalandırıyor ya da yüzümüzü okşuyordu. Arada bir saçımızı savurduğu da oluyordu tabii ama ona inat saçlarımızı düzlediğimizde bizim yakamızdan düşüyor dört mevsim yeşil duran çimleri biçen bahçıvanlara sataşıyordu.
"Bil bakalım ne olmuş?" Diye sordu Elçin. Yanımda oturuyordu. Konuşurken göz teması kuramamak gibi bir huyu olduğu için yüzüme değil telefonunun ekranına bakıyordu. Parmaklarını klavyede ustalıkla gezdirdi.
Süs havuzunun sunduğu görsel şölene odaklandım. "Tahmin et oynayacak modda değilim Elçin," dedim. Gri üniformamın yakasını çekiştirdim. Üniforma bedenimle tam uyumlu olsa da yakası boğuyordu beni.
"Sen çok sıkıcı bir arkadaşsın İlke."
Elçin'den tarafa dönmedim. Hakkımdaki çıkarımlarına aldırış etmedim. "Benimle arkadaş olmak zorunda değilsin Elçin." O esnada tepemizden geçen bir kuş uzun uzun ötmüştü. Sanki Elçin'e söylediğim cümleyi tasdikliyor gibiydi. Minikçe tebessüm ettim.
"Ah tatlım." Yüzüme bakmayan arkadaşımın kolunu omzumda hissettim. Sert olmayacak şekilde omzuma vurmuş ardından geri çekilmişti. "Zorunluluklar işte."
Doğru. Zorunluluklar. Bizi arkadaş yapan şey kesinlikle zorunluluklardı. Beş yıldır Lumiére Hayal Fabrikasında çalışıyorduk. Buraya ilk girdiğimizde yeteneklerimize ve becerilerimize göre gruplara ayrılmıştık. Hepsi beşer kişilik toplam on iki grup vardı. Yöneticimiz Şehla Hanım, performans testi sonucunda Elçin ve beni aynı gruba dâhil etmiş; geri kalan üç kişiyle birlikte on birinci grupta olduğumuz gerçeği gün yüzüne çıkıvermişti. Sonrasında hep beraber çalışmıştık. Beraber çalışıyorduk. Beraber çalışacaktık. Bir bakıma, zorunlu arkadaşlığımızın sonlanması buradaki görev hayatımızın bitişiyle doğru orantılıydı.
"Hazır mısın?"
Süs havuzundan spor ayakkabıma sıçrayan su damlasına, hipnotize olmuşçasına bakarken Elçin'in sorusunu durmak irkilmeme sebebiyet verdi. "Neye?" diye sordum saf saf.
Nefesini sesli bir şekilde dışarıya üfledi. Yaptığı her harekette telefonunun ekranına çarparak tıkırtı sesleri üreten uzun tırnakları dikkat dağıtıyordu. "Ne olduğunu söylememe tabii ki?"
Açıkçası ne olduğu ile ilgilenmiyordum. Burası koskoca hayal fabrikasıydı. Burada her şey olurdu. Başımıza taş da yağardı uçan arabalardan atlayıp sahte intihar sahneleri düzenleyen eğlence düşkünleri de bulunurdu. Yaşanan olayların hepsini bilip hepsinden dedikodu üretecek olsaydım aklımı kaçırırdım. "Çok uzattın," dedim. "Söyleyeceksen söyle."
"Tamam." Ayaklarını kendine çekip oturduğumuz bankta bağdaş kurdu. Yönünü bana dönmüştü. Telefonunun ekranını kilitleyip kucağına bıraktı. Devamında ise bana bakıyordu. Gözlerime değil gözlüklerimin çerçevesine. "Görkem ve Karan iddiaya girmişler."
Gözlerimi abartıyla devirdim. Elçin'in aklını kaçırmayacağını anlamak için küçükken iki-üç puzzle yerleştirmiş olmak yeterliydi. "Neden?" diye sordum. Öylesine sormuştum. Ne kadar istemesem de zorunlu arkadaşımın sahici hevesini rendelemek gibi bir niyetim yoktu.
"Boş ver nedenini. Dahi Görkem uydurmuştur bir şeyler," dedi. Ellerini geçiştirircesine havada sallamıştı. Önüne düşen saçlarını karıştırarak omuzlarından geriye yolladı. "Asıl önemli olan sonuç." Duraksadı. Söyleyeceği şeyin heyecanını katlamak için duraksamıştı belli ki. "İddiayı kaybeden kişi yarın geceki dans gösterisine katılmayacakmış."
"Hadi canım," dedim şaşkınlıkla. Rahat rahat oturmayı bırakmış sırtımı tedirginlikle dikleştirmişti.
Biz Hayalperestler için etkinlik geceleri çok önemliydi. Gerçi tedavi ettiğimiz hasta sayıları da önemliydi ancak etkinlik gecelerinin etki yüzdesi daha fazlaydı. Etkinlik gecelerine eksiksiz katılır sergilediğimiz üstün performanslarla Şehla Hanım'ın gözünü boyardık. Çünkü gecenin sonunda her gruba puan veriliyordu ve hafta birincisi olmak için grup üyelerinin yüksek puanlar toplamış olması lazımdı. Düşük puanlı gruplar fabrikanın ayrıcalıklarından faydalanamıyor ya da işten çıkartılıyordu. Fabrikanın sunduğu ayrıcalıklardan mahrum bırakılmaya katlanılabilirdi. İşten çıkan Hayalperestler'in akıbeti ise ölümden beter şeklinde nitelenirdi. Bizden bir kişi geceye katılmayacaksa eğer... Puan durumumuz tehlikeye girecek demekti.
"Böyle bir şeyi nasıl kabul edebilirler?" Bağırmıştım. Öfkeliydim. "Bu... Bu..." Ne diyeceğimi bilemedim. Gözkapaklarımı sıkıp sakinleşmeyi diledim. "Bu sadece onlara değil bize de zarar verir."
Elçin güldü. Eliyle ağzını kapatıp katıla katıla güldü. Sanki ünlü bir komedyenin şovuna katılmıştık da gülmek farz olmuştu.
"Elçin gülmesene," dedim. "Ciddiyetin farkında değil misin?"
"Farkındayım tatlım," dedi kıkırtılarının arasından. "Ama umursamıyorum." İşaret parmağını çenesine çarpıp düşünür gibi yaptı. "Basit matematikle hesaplarsak en fazla elli puan kaybederiz. Hafta sonuna kadar kazanılmayacak bir puan değil."
"Pes gerçekten." Gözlüğümü yüzümde kaydırıp açık bıraktığım saçlarımın üstüne sabitledim. Sevimli sevimli kokan taze çim kokusu dahi moralimi yükseltebilecek güçte değildi. "Pes."
Keyifle final oynadı. Son gülüşünü yaşattı. Ayaklarını yeniden yere bastığında ise parmağını telefonunun arkasına okutmuş; ekran kilidini kaldırıp yeni bir konuya geçmişti. "Onu bunu bırak da... Faris Bey emekliye ayrılıyormuş. Parti düzenleyeceklermiş. Ne giyeceğiz?"
Faris Bey'in emeklilik konusu birkaç gündür tüm fabrikanın dilindeydi. Kimileri sihri tükendiği için emekli olduğunu kimileri ise aylık performans testlerini geçemediği için kovulduğunu söylüyordu. Hangi tarafa inanacağımı bilemesem de Faris Bey gibi hayal alanında uzmanlaşmış birini kaybedeceğimiz için üzülüyordum. Elçin'in tek derdinin giyilecek kıyafet olmasına inanasım gelmiyordu bu noktada.
"On ikinci grupta Rengin diye bir kız var. Hatırladın mı?"
"Hımmm."
Kollarımı göğsüme kavuşturup ayakkabımın burnuyla tozlu parke taşlarına vurarak ritim tutturdum. "Dün ona sandık gelmiş. Elbise sandığı. Gider bir şeyler bakarız."
Giyilecek kıyafet planları yapmak en son düşüneceğim şey dahi olmazken konuyu açmamın sebepleri puan durumuna atıfta bulunmaktı.
"E iyi madem," dedi Elçin. Ardından şüpheyle sessizleşmişti. "Bir dakika ya... Elbise sandığını nasıl almış ki?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Geçen haftayı birincilikle kapattılar ya. Ödül gelmiş. Hem ona hem grubuna."
"Aaa." Elçin'in duraksayışı ve yüzüne yerleşen hayal kırıklığından tablo yapılsa eminim yok satardı. "Doğru öyleydi. Neyse," dedi. Dudağının içini savunmaya geçerek ısırmıştı. "Biliyorsun, teknik olarak biz birinci değilsek birinci olanları unutuyorum."
"Bakalım bu hafta kimleri unutacağız," dedim imayla. Ortada bir sorumsuzluk vardı ve Elçin'in bu sorumsuzluğu hoş görü ile karşılaması çileden çıkmaya teşvik ediyordu beni.
"Tatlım," dedi. Ses tonunu bilinçli olarak inceltmişti. "Bu hafta unutturacağız."
Biz Hayalperesetler'dik. İşimiz hayal kurmak; kurduğumuz hayalleri psikolojik sorunlarla boğuşan insanlara aktarmaktı. Sırf işimiz bu diye hayal dünyasında yaşamaya gerek yoktu. Belli ki Elçin, gerek duyuyordu.
"Günaydın hanımlar."
Kafamı çevirip gelene baktım. Grubumuzun bir diğer üyesi olan Berkan, kantin tezgâhlarını başı baş bıraktığına inanacağım şekilde, onlarca jelibonu kucağına doldurmuş yanımıza ulaşmıştı.
Jelibon paketlerinden birini Elçin'e bir diğerini de bana fırlattı. Hazırlıksız yakalandığım için yere düşürdüğüm limonlu jelibonu eğilip aldım. Elçin'in aksine paketi açma girişiminde bulunmamıştım.
"Ah Berkan," dedi biricik arkadaşım minnetle. "Hızır gibi yetiştin. Çok acıkmıştım." Yumuşak şekerleri çekinmeden ağzına doldurdu. Göz teması kurmaktan çekinen bir kızın umursamazca -kaba saba- jelibon yiyebiliyor olmasına anlam veremiyordum.
"N'aber İlke?"
Adımı duymamla Berkan'a bakmam bir oldu. Süs havuzunun kenarını çevrelen taşlara oturmuştu. Sırtına sıçrayan su damlalarından rahatsızlık duymuyor gibiydi. Kolalı jelibonunu hızla ısırırken benden bir cevap beklediğini geç fark etmiştim. Konuşmak yerine omuz silktim. Zaten sorduğu sorunun cevabıyla gerçekten ilgilenmiyordu. Nezaketen sormuştu ve aldığı karşılık basit bir nezaket sorusuna yeter de artardı bile.
"Transfer kamyonu geldi mi?" dedi kafasını çevirip fabrikanın siyah demir kapılarına göz attı.
"Gelmedi." Elçin yeni bir jelibon paketi istercesine bir işaret yolladı Berkan'a. "Bekliyoruz." İşaret, karşılığını ışık hızında buldu. Elçin elma aromalı pakette kayboldu.
"Faris Bey'in olayını duydunuz mu?" diye sordu Berkan. "Hediye almak icap etmez mi?"
"Etmez," diyen ben değildim. Elçin de değildi. Seri adımlarla yanımıza doğru yürüyen Karan'dı. "İşini bırakan birine hangi akla hizmet hediye alınır ki?" Berkan'ın yanındaki boşluğa oturdu. Jelibon paketlerine bakış atmadı. "Adam sırf ömrünün kalanını evinde boş boş oturarak geçirmek istiyor diye kutlama mı yapılır?"
Çok geçmeden grubumuzun son üyesi de teşrif etmişti işte. "Ruhsuzsun Karan," dedi Görkem. Elçin ve benim ortamıza kurulmuştu. "Ruhsuz." Teklife gerek duymadan Berkan'ın kucağından üç tane portakallı jelibon paketi aşırdı. "Nasıl Hayalperest olabildin, şaşırıyorum."
Saçlarımı yolmak istiyordum. İddiaya girerek bizi bir nevi ateşe atan Berkan ve Karan'ın hiçbir şey olmamış gibi sohbet etmelerine ithafen; ben saçlarımı yolmak istiyordum. Kollarımı göğsümde kavuşturdum.
"İnan Görkem ben de bu yaşa kadar nasıl gelebildiğine şaşırıyorum," dedi Karan. Dirseklerini dizlerine yaslamış patronluk taslıyordu.
Görkem kafa karışıklığıyla kaşlarını çattı. "Laf mı soktu bana? Anlamadım."
Berkan gıcık gıcık kahkaha attı. "Takılma kardeşim." Ağzı jelibon dolu olduğu için sesi boğuk çıkmıştı. "Bazı şeyler anlamsızken daha güzel."
"Dedi eli jelibonlu adam," dedi Karan. Sürekli birbirlerini ezmeye çalışmaları kadar mantığa ters gelen başka da bir şey yoktu.
Berkan konuşmadan evvel Elçin'in banka bıraktığı telefonu titredi. "İşine bak Karan."
Aynı zaman paketi içinde gözüme çarpan hareketlilikle, aniden ayağa kalkmıştım. "Transfer kamyonu geldi," dediğim esnada bekçilerin açtığı demir kapılardan büyükçe bir araç geçiyordu.
Cümle birlikte demir kapıyı kontrol ettiler ve beni taklit ederek ayağa kalktılar. "Koşun," dedi Görkem. Boş jelibon paketini yakındaki çöp kutusuna atmıştı. "Olay yerine beşinci gruptan önce intikal etmek istiyorum."
Kimse Görkem'e uymadı. Biz ağır adımlarla yürüdük. O, ağırdan almadı. Çabucak koşmaya başlama niyetindeydi. Olmadı. Koşmaya başladığında süs havuzuna düşmüştü. Dönüp yardım etmedik. Zira ne yapar eder; her daim peşimize takılırdı.
*
Instagram: hayalrafya