SÖZDE DOST

Saatlerdir sorgu odasında oturuyordum. O bayan memur gelip ne zaman sorguma devam edecekti bilemiyordum. Zaten bana bir şey söyleyen de yoktu. Zaten hangi komiser şüpheli birine şimdi şu ipucunun peşinden gidiyoruz derdi ki?

Serkan saatler önce gelmiş bir iki dakika durup gitmişti. Halledeceğim demişti ama hala bir haber yoktu ondan da. Buradan bir an önce çıkmak istiyordum. Buradan çıkıp birini kontrol etmem gerekiyordu. 

Onlar katilin ben olduğumu düşünmüşlerdi ama değildim. Sadece katilin kim olabileceğini bilen biriydim. Bir an önce gitmem gerekiyor. Ne kadar erken gidersem o kadar iyi olur. 

Saatler bana gün gibi gelirken Serkan sorgu odasına geldi. Oldukça neşeliydi. 

"Çıkıyorsun."

Mutlu haberi getirmişti sonunda. Burada oturmaktan hem sıkılmış hem de yorulmuştum. Beni teselli edercesine sarıldı. Oysa ben ona veda etmek için sarılıyordum. Şu noktadan sonra benim kaçmam gerekiyordu. Durumdan memnuniyetsizliğim sesime de yansıdı. Huysuzca söylendim. 

"Beraber gidelim buradan."

Beraber gitmek gibi bir isteğim yoktu. Onun gelemeyeceğini, gelse bile kalamayacağını çok iyi biliyordum. O beni sandığımdan daha fazla sevdiği için bu söylediğime içerlemişti. Yüzümü iki elinin arasına aldı.

"Çok isterdim güzelim ama yapılması gereken bir sürü şey var. Sen eve git, ben sabah kadar gelmeye çalışırım."

Gayriihtiyari sordum  "Akşam mı oldu?"

"Bir günden fazladır buradasın. Eve gidip dinlen biraz."

O kadar olmuştu demek ki. Bu karanlık oda da zaman kavramı yoktu. Anlamıyordun burada ne kadar kaldığını. Kendimi bir kara deliğe girip çıkmış gibi hissediyordum. 

"Evime geçeyim o zaman ben. Sende gelemeyeceksin madem. Dinlenirim biraz."

"Benim evimde daha güvende olursun."

Senin evinden kaçamam ama. Kendi evimi her ihtimali göz önüne alarak seçtim. Senin evinde o ihtimaller yok oluyor. Ona göre ise onun evi benimkinden daha güvenliydi. Güvenliğimde bir sıkıntı olabileceğini düşünmeseydi oraya gitmemi istemezdi. Sıra bana gelmişti de haberim mi yoktu?

"Neden? Bana birinin bir şey yapma ihtimali mi var?"

"Muhabirler için diyorum."

Sorun sadece onlarsa o sorun bile sayılmazdı. Tabi Serkan'ın tanıdığı Velda için bir sorundu. Gerçek Velda için bir sorun değildi.

"Merak etme onlarla baş etmeyi başarabilirim. O bayan memurla baş ettim onlar onun yanında hiçbir şeydir."

"Yarışırlar ama kazanan belli olmaz."

"Onlarda ondan farklı olmaz diyorsun. Yine de kendi evime gitmek istiyorum."

"Tamam ben memura söyleyeyim de  seni istediğin yere kadar bıraksın."

"Teşekkür ederim. Sende dikkat et kendine. Katili bulacağım diye orda burada geceleme."

Bunu burada kalıp kalmayacağından emin olmak için sormuştum. Böylece 24 saatim vardı. Serkan'ın bilmemesi gereken işlerimi yapabilmem için. 

"Emredersin sevgilim."

"Doğrudur emrederim arada."

Neşesi biraz yerine gelmişti. Çok yorgun gözüküyordu. Yüzündeki hafif tebessüme neden olabilmek bile bana iyi gelmişti. Sevgi böyle bir şeydi demek ki. Keşke eski hayatımı geride bırakabilseydim. O zaman onunla gerçek hayaller kurabilirdim. 

Serkan'ın ayarladığı memur beni evime kadar bıraktı. Ufak bir teşekkür edip evime girdim. Üzerimi değiştirdikten sonra evden çıkacaktım ki memurun gitmediğini fark ettim. Serkan beni koruması için onları kapıma dikmişti herhalde. Ne tatlı düşünceli sevgilim!

Atlatamayacağım bir şey değildi. Zaten benim çıkışımı engellemek değildi işleri yabancı birinin girişini engellemekti büyük ihtimalle. Bu da arka kapıyı tutmadıkları anlamına geliyordu. Binanın arka tarafındaki yangın merdivenlerinden gürültü yapmadan inmeye başladım. 

Ara sokaklardan ana caddeye çıktım. Arabam evin önünde kaldığı için kullanamazdım. O yüzden bir taksi çevirdim. Çocukluk arkadaşımın evinin adresini verdim. 

Onun için arkadaş kelimesi çok acayip dursa da. Ben onun yardım projesi gibi bir şeydim. O arkadaş grubunun beslemesi gibiydim. Çocukluğum ve gençliğim oraya ait olduğumu ispatlamaya çalışmakla geçti.

Eve geldiğimde bir kez daha anladım. Kendi konumumu. Ben kutu gibi bir evde yaşarken o denize sıfır bir villada yaşıyordu. kendi parası ile de almamıştı. O zengin avukatı ayarttığında o ona almıştı. Nişan hediyesi olarak denize sıfır bir villa. 

Beni öfkemden arındıran taksi şoförü oldu. Geldiğimiz için ücreti vermemi bekliyordu. Gerekli ödemeyi yaptıktan sonra taksiden indim. Villa şuanda gözükmüyordu. Yüksek duvarlar onu saklıyordu. Garaj kapısı gibi büyük kapının önüne geldim. Zile bastım. İlk çalışta bir cevap alamadım. Bu yüzden bir kez daha çaldım. 

"Kimsiniz?"

Sesi duyduğum gibi tanımıştım ama o beni tanımamıştı. O da haklıydı. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Gelecek kişiler arasında beni beklememeleri normaldi. 

"Ahmet amca benim Velda."

Hala onun yanındasınız demek ki. Eskiden de insanları kullanmayı çok iyi becerirdi. Dört yıldır onları kullanmaya devam ediyordu demek ki. 

"Velda sen misin kızım? Hoş geldin, durma öyle gir içeri."

Kapı otomatik ile açıldı. Ben içeri girdikten sonrada kendiliğinden kapandı. 

"Hoş buldum Ahmet abi." Sadece söylemek için söylemiştim. Hoş bulunacağım bir yerde değildim.

"Hiç gelmiyorsun buralara tanıyamadım seni ilk görüşte." 

Gerçekten bilmiyorlardı. Ahu onlara hiç bir şey anlatmamıştı. Benim hala kukla olduğum zamanları hatırlıyorlardı. Oysa ben ipimi koparıp kontrolcümden kaçalı dört yıl olmuştu. Bunları anlatamayacağım, anlatsam bile anlamayacakları için yalan söyledim.

"İş güç derken gelemedim Ahmet abi."

"Seni gördüğüme sevindim. Hanım kızımı görmeye geldin sanırım. Eve geç hadi!"

"Geçeyim tabi. Kolay gelsin Ahmet amca."

Yavaş adımlarım ile büyük ön bahçeye girdim. Oldukça iyi tasarlanmış bir yerdi. Bahçede sıralı büyük meyve ağaçları, kamelya, yürüyüş yolu ve salıncak vardı. Villa kendi içinde ayrı bir dünya gibiydi. Tam da Ahu'nun istediği gibi yani.

Sonunda büyük bahçeyi geçip kapıya geldiğimde kapı aniden açıldı. Ahmet amca geldiğimi çoktan haber vermişti demek ki. Başta kapının bu kadar hızlı açılmasına şaşırmıştım açan kişiyi görene kadar. Elmas teyze yani Ahmet amcanın eşi açmıştı kapıyı. 

"Hoş geldin kızım."

Daha içeri giremeden bana sarıldı. Onları görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Kızları da Ahu'da bana düşman oldukları için onlarla da görüşememiştim. 

"Hoş buldum Elmas abla."  Hafifçe gülümsedim. 

"Ahu kızım seni gördüğüne çok sevinecek. Son zamanlarda oldukça sessizleşti belki seni görmek iyi gelebilir ona."

Göreceği herhangi biri bile benden daha iyi gelirdi ona. Benden nefret ettiğinden adım gibi emindim ama katilin o olup olmadığını görmek istiyordum. Onu en son bıraktığım gibi sakatsa eğer katil olamazdı ama değilse...

"Nerede o?" İsmini bile anmak istememiştim.

"Zümrüt şimdi kahvesini çıkardı yukarıda çalışma odasındadır."

"Hala ailece onun yanında mı çalışıyorsunuz?"

"Biz burada çalışmıyoruz ona yardım ediyoruz kuzum. Çok şey yaşadı. Buna ihtiyacı var."

"Haklısın asla tek başına yapamaz o hep birilerine ihtiyaç duyar."

"Ne demek istedin anlamadım kızım?"

"Boş ver Elmas abla boş ver."

O, buydu işte. O güler yüzü tatlı diliyle insanları etrafına çekerdi. İnsanlar hipnotize olmuş gibi ona inanırlardı. Güneşe tapar gibi ona taparlardı. O da güneş gibi parlardı zaten. Bu yüzden sönmeyi sonuna kadar hak etmişti.

Büyük merdivenlerden tek tek çıkarken sanki geçmişin basamaklarından çıkıyormuş gibi hissediyordum. Her bir adımda yaptığım rolleri, onun yanında var olma çabamı hatırlıyordum. Beni çok iyi tanıyormuş gibi bana kardeş dediği günleri hatırlıyordum. 

Kardeş vardı, kardeş vardı! Biz  Habil ile Kabil, İshak ile İsmail hatta Hz. Yakup'un çocukları gibiydik. Tabi o bu hikayelerde hep iyi ve haklı olandı. Bense hep en kötü, haksız ve cezalandırılması gereken kişiydim. 

Ben üst kata geldiğimde Zümrüt bir odadan çıkıyordu. Ayak seslerimden dolayı direk bana döndü. Beni gördüğüne inanamadı mı bilmiyorum ama hoşnut olmadığı kesindi. Varlığımdan emin olmak istercesine gözlerini kısarak baktı bana. 

"Velda! Bu sen misin gerçekten?"

Bende buraya geldiğime inanamıyordum. Aslında Zümrüt'ün boğazıma yapışmasını beklemiştim. Sanırım Ahu ona da bir şey anlatmamıştı. Eğer geçmişten haberi yoksa sadece yanlarında olmadığım için bana kızardı. 

"Benim Zümrüt benim."

Hızlıca toparlandı. Sesini sert tutmaya çalışarak sordu. 

"Neden geldin?"

"Ahu ile konuşmam gereken şeyler var."

"Bunun için biraz geç kalmadın mı? Git buradan Velda! Onunla görüşemezsin!"

"Buna sen karar vermiyorsun neyse ki."

"Hiçbir şey bilmiyorsun. Biz ona sadece geçmişi hatırlatıyoruz."

Gerçekten hiç bir şey bilmiyordu. Ona o geçmişi veren kişi bendim. Geçmişini bu hale getiren kişi bendim. Ondan ışığını çalan kişi bendim. O ışığın bana ait olmasını istemiştim ama bende onda durduğu gibi durmamıştı. Dışımdaki yaldızı kazıdığında altındaki pislikler ortaya çıkıyordu. 

O eski öfkem saklı sandığından çıktı. Kısa bir an için dilime, zihnime karıştı. 

"Hepiniz onun kölesi olmuşsunuz. Sizi kendine nasıl böyle bağlayabiliyor anlayamıyorum."

"Aptalsın. Eskiden de aptaldın hala da aptalsın."

"Çekil önümden Zümrüt."

Zümrüt'ü geçtim hızlıca. Çıktığı odaya girmek için yöneldim. 

"O bıraktığın gibi değil. Yine de bu haliyle bile senden daha insan. Sense bir zavallısın."

Sinirlenmiştim bu sözlere. Kutusunda tutmaya çalıştığım öfkemi zor zabdediyordum. Ya da edemiyordum...

"Zavallı olan o. Kendi hataları yüzünden o sandalyeye mahkûm oldu. Ne yaşadıysa sonuna kadar hak etti. İyi olan hiçbir şeyi hak etmiyor o!"

Zümrüt'ün gözlerinde bir zamanlar bende olan öfke kırıntısının izlerini gördüm. O izleri harekete döktüğünde eli havaya kalkmıştı. Bana vurmak üzereydi ki elini havada yakaladım. 

"O tokadı atabileceğini düşündün mü gerçekten?"

Bana yine o bakış ile baktı. Kendi mükemmel ama ben bir böcekmişim gibi bakıyordu bana. Ben bir böcek değildim. Onlar böyle düşünüyor diye ben değersiz olamazdım. Ben değerliydim.

"Seninle nasıl arkadaş olduk anlayamıyorum. Zehirli bir yılansın sen. Yaptığın tek şey zehrini kusmak."

Bileğini ellerim arasından kurtardıktan sonra gitti. Bana zehirli yılan olduğumu söylüyordu ama onun bu yaptığı da aynı şeydi. Zehrini kusup gitmişti. Zaten benimle aynı ortamda çok uzun süre kalması imkansızdı. 

Eski arkadaş grubumuzda beni sevmeyen tek kişi oydu. Gerçek beni gören tek kişi oydu aslında. Ahu ise benim onun gibi mükemmel olduğumu düşünürdü. Onu en iyi benim anladığımı. Haklıydı onu o kadar iyi anlıyordum ki diğerlerine anlatmadığı şeyleri bile bana anlatıyordu. Bense zamanı gelene kadar hepsini aklımda tutuyordum.

Çalışma odasına girdiğimde Ahu, cam kenarındaki masanın üzerinde olan satranç tahtasını inceliyordu. Zümrüt ile ikisi oynamaya bayılırdı. Zaten böyle gereksiz oyunları sevmeyen sadece bendim.

Bakışlarımı ondan çekip odaya bir göz attım. Soldaki büyük duvarın neredeyse tamamını kaplayan tabloda gözüm takıldı. Bizim resmimizi yapmıştı. Eski günlerden bir alıntı, çalıntı gibiydi.

"Hep resme yetenekli olmuştun."

Ses gelmedi. Porselen fincanın tabağa konma sesi dışında bir ses yoktu. Yüzünde mimik dahi oynamıyordu. Sanki beni umursamıyordu. Bu daha çok öfkelenmeme neden oldu. Bu öfkeyi onun da yaşamasını istedim. 

"Herkesi toplamışsın yine etrafına. Başında dört dönüyorlar belli. İnsanları kullanmak senin için bu kadar basit işte."

Nasıl benim öfke kutum açılmışsa onun ki de açılsın istiyordum. Sırf bu yüzden üzerine gidiyordum. Oysa kafasını kaldırıp bana bakmamıştı bile.

"Senden nefret ediyorum biliyor musun? Zümrüt gibi hiçbir zaman dürüst olmadın. Sinsi sinsi düşünürdün, herkese o sahte gülümsemenle bakardın. Herkesin arkasından konuşurdun yüzüne gülerdin."

Bir tepki vermiyordu. Yaptığı tek şey kahvesini yudumlamaktı. Gözlerini satranç tahtasından ayırmıyordu bile. Tek odak noktası orasıysa ben de o odak noktasını ortadan kaldırırdım. Tahtayı tuttuğum gibi yere attım. İşte o zaman bir nebze olsun dikkatini çekebildim. 

Başını kaldırdı kaldırmasına da bana değil arkamdaki duvara baktı. Duvardaki resimde bir süre oyalandı gözleri. Sanki ben orada hiç yokmuşum gibi kafasını çevirdi. Camdan dışarı bakmaya başladı. İlgi alanında bile değildim ama olacaktım.

"Kendi aşüfteliğin yüzünden başına gelenleri kime anlattın? Kimi kendi intikamını alması için katil olmaya ikna ettin?"

Şimdi ilgisini çekmiştim işte. Tekerlekli sandalyesiyle bana döndü. Bir şey söylemedi ama bana öyle bir baktı ki. Gözlerinde o zehri gördüm. O gözlerde, nefretin, intikamın, öfkenin harladığı ateşle baktı bana. 

Sakladığı bütün duygularını ortaya çıkarmıştı sonunda. Bu durumdan zevk alıyordu. Bu işle kesin bir bağlantısı vardı. Ben bir şey söylemesini beklemezken o çatallı bir ses ile konuştu.

"Sadece izle ve sıranı bekle!"

Katil o muydu yoksa? O yürüyebiliyor muydu? Bunun düşüncesi bile bacaklarımı titretmişti. Çünkü gözlerinde görmüştüm. Artık o kırmızı çizgiyi geçmişti. Korkuyla bir adım geri attım. Sanki oradan kalkıp bana zarar verebilirmiş gibi kaçtım ondan. Gücü kesilmiş bacaklarım yüzünden geri geri yere kapaklandım. O sırada içeri Zümrüt girdi telaşla.

"AHU! İyi misin?"

Duyduğu gürültüden dolayı Ahu'ya bir şey yaptığımı sanmış olmalıydı.  Ahu ona dönüp sakince gülümsedi. Biraz önceki bakışlarından eser kalmamıştı. Zümrüt onun bu huzurlu bakışlarını görünce sakinledi. 

"Gürültü gelince korktum."

Yerdeki satranç tahtasını fark etti. Gürültünün esas kaynağı o zaman fark etti. Ahu onu yere atmayacağı için benim yaptığımı anlamıştı. Hala yerde olan beni tutup kaldırdı. 

"Yeter bu kadar gösteri yaptığın. Şimdi defolup gidiyorsun buradan."

Beni adeta sürükleyerek alt kata indirdi. Ona karşı koyacak gücüm yoktu. Bacaklarım kollarım pelteye dönmüş gibiydi. Benim burada durmam değil kaçmam gerekiyordu. Buradan hemen gidip kayıplara karışmam gerekiyordu. Eğer canımı seviyorsam...

Alt katta bizi Elmas teyze karşıladı. Endişeli gözler ile bize bakıyordu. 

"Kızım ne yapıyorsun?"

"SEN KARIŞMA ANNE."

Beni kapıya kadar sürüklemekle kalmayıp dışarıda attı. 

"SAKIN! Bir daha buraya gelme! SAKIN!"

Kapıyı sertçe kapattı. Gitmeliydim buradan. Sarsak adımlarla dış kapıdan çıktım. Ahmet abi arkamdan endişeyle seslense de onu duymadım bile.

"VELDA! Kızım ne oldu? İyi misin?"

Yaşadığım bu rezil an umurumda bile değildi. Yaşadığım sürece bu anın bir önemi olmazdı. Beni koruyacak birini bulmalıydım. Denize düşen yılana sarılır demişler. Bende öyle yaptım. Oysa sarılmak üzere olduğum yılan derisine bürünmüş çakallardı. Beni ne bir başkasından ne de kendilerinden koruyamazlardı. En önemlisi beni geçmişimden koruyamayacak olmalarıydı.

 

---------------------------------------

Evet arkadaşalar Velda da sütten çıkmış ak kaşık değil. Geçmişi bile isteye yaptığı kötülükler ile dolu. 

Velda hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yapbozun hangi parçasında bu Velda?

Yazarken aynı siz okurlar gibi heyecanlanıyorum. Umarım sizde benim kadar heyecanlanıyorsunuzdur.

KATİL KİM?

Bu soruyu sormadan bölüm bitiremem değil mi?