Ölüme Aylar Kala
Bilmemek bazen en büyük nimettir derdi hep rahmetli babaannem. Küçüktüm o zamanlar, hiçbir şey anlamıyordum dediklerinden.
Oysa ne de haklıymış. Bilmemeliymiş bazen insan. Bilmemeli ki gönül rahatlığıyla yaşayabilmeliymiş.
Canım yanıyordu. Kelebeğin ömrü gibi akıp geçiyordu zaman avuçlarımdan. Yıllarımı saydım önce, sonra ise aylarımı. Ne durdurabildim zamanı ne geçmişe dönebildim. Zamanın kıskacında sıkışıp kalmış bir faniydim dünya için hiç bir anlam ifade etmeyen.
İki ay, sadece iki ay kaldığını bilsen ömrünün, öleceğini bilmene rağmen gülebilir miydin? Sevdiklerinin elini yine sımsıkı tutabilir miydin? Sadece uyuyarak geçirir miydin günlerini? Yada kırar mıydın sevdiklerinin kalbini, bi kaç ay sonra varlıklarına hasret kalacağını bilmene rağmen?
Gidiyordum bu hayattan. Bir kaç ay sonra toprağa karışacaktı bedenim. Karanlığa hapsolacaktı tüm hayallerim. Yaşayamamışlıklarımla yitip gidecektim, silinecektim herkesin zihninden. Belki bi kaç gün ağlayacaklardı yada azıcık üzülecek, bir hafta geçmeye dursun hepsi kendi hayatına sarılacak Eylül TOPRAK kimdi, nasıl anılarımız geçti düşünmeden gülmeye devam edecekti. Yada ben böyle düşünüyordum.
Yarın 23 yaşına giriyordum. Sahi sevinmeliydim değil mi? Oysa ben hep 22 yaşında kalmak istiyordum. Yaşlanma korkusundan değildi bu tam aksine yaşlanamama korkusuydu. Son yaşımın olduğunu bilmeme rağmen elimden hiç bi şeyin gelmeyişindendi. Son kutlamamdı, gerçekleşmeyeceğini bilmeme rağmen dilek tutup üflediğim son mumdu.
Hiç kimsenin haberi yoktu hastalığımdan. Acısınlar istemiyordum yada benim yüzümden üzülsünler. Sessiz sedasız çekip gidecektim bu masalsı hayattan.
Hayallerim vardı benim. Sekseninci yaşgünümde sevdiğimin eli ellerime kenetli, yanımda evlatlarım, torunlarım... ne güzel geliyordu kulağa. Sana anne diyen bir can, heleki senin kanından bir canken. Olmayacaktı, kabulleneli çok oluyordu. Lakin ne kadar kabullenirsen kabullen hep biraz canın acıyordu.
Düşüncelerimden sıyrılıp içime derin bir nefes çektim. Düşünmeyecektim. İyi gelmiyordu düşünmek. Düşünüp hala yaşayabilecek günlerimi, yaşayamayacağım günlere üzülerek geçirmeyecektim. Gözlerimden akan yaşları hırsla silip yüzüme eğrelti duran bir gülümseme takındım. En çok da bu zor gelmiyor muydu zaten? İçin kan ağlarken dışarıya gülmen, içinde fırtınalar koparken dışarıya çiçek açman...
Yatağımdan kalkıp balkona çıktım. Hafif hafif tenimi döven rüzgar, etrafa yayılan kasvet, garip ama o kasvetin en derinliklerinden gelen huzur. Seviyordum sonbaharı. Yazı herkes severdi. Yaz doğuşun temsiliydi. İlk bahar gençliğin, sonbahar çöküşün, kış ölümün.
Yapraklar sararıyordu yaşlandıkça beyazlaşan saçlar misali, yada örtmüyor muydu kar taneleri toprağı bir kefen gibi.
Benim sonum doğduğum günde saklıydı. Ben sonbahar çocuğuydum. Ömrüm bir mevsimdi. Kış kapıyı çaldı mı hayat biter, ölüm başlardı. Herkes dört mevsim yaşarken, benim ömrüm içine sadece bir mevsim alabildi. Ne şanssızım ki bu mevsim kışın ta kendisiydi.
Sıkıntılı bir iç çekip, bakışlarımı aya yönelttim. Nasıl da belli ediyordu kendini milyonlarca yıldızın içinden. Bambaşkaydı benim için. Çok farklı. Her halini seviyordum bu uydunun. Her haliyle süslüyordu geceyi. Bulutlar kapladığında ışığını, yada güneş doğduğunda hayat daha can yakıcı değil miydi?
Gün doğmamalı, yeni bir güne başlamamalı, zaman geçmemeli en kötüsü de iki ay bitmemeliydi.
Annemin aşağı kattan yemek hazır diye seslenmesiyle kendime gelip banyoya adımladım. Bir kaç kez yüzüme sert hareketlerle su çarpıp ağlamaktan kızaran yüzümün bi nebze olsun düzelmesini Ümit ettim.
Aşağıya indiğimde herkes sofraya oturmuş yemeğe başlamak için beni bekliyordu. Bu evimizin vazgeçilmez kurallarından biriydi. Eğer yemek saatlerinde ev sınırları içerisindeysen o sofraya oturulacak iştahın yoksa bile bi kaç bi şey yenilecekti. Ve herkes sofraya oturmadan başlamamakta bir diğer kuralımızdı.
Herkese afiyet olsun diyip masadaki yerime oturdum. Önüme konulan yemeğe baktığımda iştahımın olmadığını anladım. Bardağıma koyduğum ayrandan yudumlamakla yetinecektim.
"Neden yemiyorsun kızım?" Babamın sorduğu soruya burukça gülümsedim. Neden yemiyorsun demişti değil mi?Nasıl yiyebilirdim ki?
"Canım istemiyor baba. Yarın için heyecanlıyım galiba."
Babam anlayışla başını sallayıp bu hallerime küçük bir kahkaha atmıştı.
"Yaş atmak istemeyeceğin günler de gelecek. Bak bize 46 yaşındayım. Bir ayağımız çukurda. Elimden gelse zamanı durduracağım."
Annem de babamı onaylayıp bana döndü.
"Hayallerine bir adım daha yaklaşıyorsun Eylül'üm. Mezun olup kendi tasarladığın evde bizi yemeğe alıcağın günleri iple çeliyorum.
Sen çok başarılı bir mimar olacaksın."
Mutlulukla kurdukları cümlelerde aylar sonra yine böyle hissedecekler miydi?
Onca yıl okuyup severek yazdığı mesleği yapamadan, yıllardır yuva kurma hayalini gerçekleştiremeyen, annelik duygusu nedir tadamadan, daha hayatını yaşayamadan ölen bir kız olacaktım gözlerinde.
Benden beş yaş küçük olan kız kardeşim Elif'in bana seslenmesiyle kendime gelip bakışlarımı Elif'e yönelttim.
"Abla hasta filan mısın?"
Duyduğum cümleyle elim ayağıma dolaşmış, kalp atışlarım hızlanmıştı.
"Ne...neden sordun ki?" Bilmiyor olması için içimden sayısız kez dua ediyordum.
"Bi dalgınsın. Rengin solmuş gibi yemekte yemedin. Grip falan mı oldun?"
Bilmiyor olduğunu anlayıp rahat bir nefes aldım.
"Yok ablacım. Hava değişiminden galiba biraz halsiz hissediyorum kendimi."
"Kızım neden bana söylemedin? Sana ıhlamur çayı yapardım hemen geçirirdi."
Geçirmezdi. Ne ilaçlar kullanmıştım ne tedaviler görmüştüm onlar bile etki etmemişti. Tek çare yurt dışındaki ünlü bir doktordu. Fakat ona o parayı verecek imkan da bizde yoktu. Şans benden yana olamamıştı bu kez. Belki babama söylesem bir şekil o parayı bulmaya çalışırdı fakat böylesine büyük meblağı toplamak yıllarını alırdı benimse ömrüm o kadar uzun değildi. Eğer bulamazsa bir ömür kendini suçlardı. Babama, aileme bunu yapamazdım.
"Yok annem. Biraz istirahat edeyim geçer. Hepinize afiyet olsun. Ben izninizle odama çıkıyorum."
Babamdan onay alıp odama çıktım. Ne düşünmek istiyordum, ne ağlamak, ne de hiçbir şey yokmuş gibi gülmek. Sadece uyumak istiyordum.
Bu illet her geçen gün bedenime daha büyük hasarlar veriyordu. Vücudumda morarmalar, burun kanamaları, baş dönmeleri, reflekslerde zayıflama, konuşma bozukluğu ve hatta bayılmalara kadar ilerlemişti.
Beynimde büyük bir kitle vardı. Omuriliğime çok yakındı. Artık vücudum verdiğim emirleri uygulamıyordu. Hastalığımı farkedip tedavi görmeye başladığımda her şey için çok geçti. İlaç takviyeleri ile yayılması bir nebze olsun azaltılmıştı fakat bu da bir raddeden sonra işe yaramamıştı. Bir yıldır kaybedeceğimi bildiğim bir oyunda savaşıyordum. Ve artık mutlu sona yaklaşmıştım.
Düşüncelerimden uzaklaşıp dolaptan aldığım gecelikleri yavaş yavaş üzerime geçirdim. Artık eskisi gibi çevik değildim. Kendimi yaşlı neneler gibi hissediyordum.
Yatağıma adımlayıp sağ tarafına geçtim. Pikeyi kaldırıp vücudumu soğuk çarşafa bıraktım. Soğuğu iliklerimde hissediyordum. Fakat bunun bir anlamı yoktu. Lakin aylar sonra üzerime lapa lapa kar yağacağını bilmek bunu gerektiriyordu.
Gece lambasını kapatıp, acı gerçeklerle ömrümün bir gününü daha tamamlamak üzere gözlerimi kapattım. Gözümden akan yaşlar yastığımı ıslatırken uyuyakaldım.
________________________________
Arkadaşlar bu serüvene yeni başlıyorum. Yanımda olur ve bu yolda beraber büyümemizde yardımcı olursanız beni çok mutlu edersiniz. Umarım keyifli bir bölüm olmuştur. Yeni bölümde görüşmek üzere sizi seviyorum 😘