Kurabiye
-Semiha abla n’aber ? Zeynep nereye gitti?
-Sen mi geldin Merve ? Gel hoş geldin. Zeynep’in biz de tabağı vardı da onu getirmiştim.
-Ben de halı yıkamacının telefonunu soracaktım. Pek hararetli konuşuyor gibiydiniz. Kızcağız da fırtına gibi içeri gidince…
-Heee…Yok canım. Buna teyzesinin çocukları mı ne gelecekmiş, hazırlık yapıyordu. Bize de bir tabak kurabiye verdi. Biraz da çok vermiş sağ olsun. Kurabiye de tarçınlı bir şey. Vanilya mı bir şey de daha var ama tam anlamadım. Neyse bizim evde herkes kendi odasında takılır. Kokuyu duyan salona geldi. Bizim oğlan -iki numara- önce yanına aldı, gitti. İki dakika sonra salona gerisin geri geldi. Derken benim kız da uğradı. Toktuk ama çayın yanında bir gitti ki sorma. Çekirdek gibi. Masanın etrafına hepimiz oturduk, Eyüp Sultan güvercini gibi kurabiye yiyoruz. Boğaziçi’nde kavga var! Odasından çıkmayan oğlanın yüzünü gördük. Bizim Mıstık bile Youtube istemedi. Çay da muhabbet de iyiydi. Bir masanın etrafında televizyon vs. sesi olmadan kıkırdaya kıkırdaya bi’ güzel yedik.
Zeynep’e böyle böyle diyordum. “O nasıl kurabiyeymiş kız? Tarçının ayar tam yerinde. Bana da öğret ki bizim haytanın da Mıstık’ın da sesini duyalım. Allah razı olsun, sayende evin içinde birbirimizi gördük.” dedim.
Bu zavallım elini koluna nereye koyacağını şaşırdı. Sevindi, heyecanlandı, yüzü kızardı. İltifatı reddetmek istemiyor, kabul etmeye de edemiyor. Ne diyeceğini bilemeyince bir şey yapmak istedi. Şimdi içerde kahve koyuyor.
Zeynep’in sürekli taşınmasını, yatılı okumasını falan düşününce garibim hiç alışmamış ki iki güzel söze. Bilmiyorum daha önce hiç iltifat almış mıdır ?