Küçük Maceram
Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Bugünü diğer günlerden farklı kılmak için ne yapacağını bilemiyordu. Kaybetmeyi, pişmanlığı,başarıyı ve mutluluğu bir güne sığdırabilir mi bir insan! Bavulları elinde kapıdan çıkarken babasının şu sözleri aklında kalmıştı. "Büyük işler bizleri bekliyor oğlum, senin çok daha zeki ve çalışkan olduğunu biliyorum, abinin yarım bıraktığı işi sen tamamlayacaksın. Ben sana güveniyorum." Ben sana güveniyorum diye bir an mırıldandı, gözleri pistten havalanan uçağı gökyüzünde takip ederken. Ekim ayının yirmi sekiziydi saat on ikiyi beş geçiyordu. Bu ülkede son bir ayı kalmıştı, sonrasında kendi ülkesine dönmeliydi. Ama babasına vereceği bir cevabı yoktu, tabi şimdilik...
Yağmur dinmişti, havalimanından ayrıldıktan sonra otele kadar yürümeyi tercih etmişti. Caddede yürürken evlerin çatılarından damlayan suyun sesi ve mis gibi o toprak kokusu bir anda memleketinde olduğunu hissettirmişti, ama kaldırımda yürürken bir evin verandasında oyun oynayan çocuklara annelerinin seslenmesiyle hayali yarıda kalmıştı. "Ewa, Julia üşüyeceksiniz oyununuza evde devam edersiniz." Çocuklar evlerine girerken isimlerini bir anda kendince değiştirdi. Bizim oralarda olsaydı ya Emel ya da Julide olurdu herhalde, çünkü en benzeyen isimler sadece bunlardı.
Polonyada ikamet edeli iki aya yaklaşmıştı, dili henüz çok iyi telaffuz edemese de konuşmaları biraz anlayabilmişti. Çünkü Ewa ve Julia'nın evde olmaları gerektiğini kendince tercüme edebilmişti. Lehçe gerçekten zor bir dildi. Alfabesinde üç farklı "ş", üç farklı "j" ve iki farklı "ç" harfleri olan bir dilden bahsediyoruz.Her neyseki bu üç aylık yurt dışı seyahatinin iki ayını Polonyanın Varşova kentine gidecek olan uçakta karşılaştığı Ali ve Kenanla geçirmiş olacaktı. İkisi çok yakın arkadaştılar ve Lehçeyi orta düzeyde biliyorlardı.