KAĞIT PARÇASI VE KAHİN GÖRÜLERİ

Ağça'nın dünyaya gizli ziyaretinin ardından saatler geçmiş ve henüz başı derde girmemişti. Hiçbir şey olmamış gibi hazırlanıp okula gelmiş, sırasına oturmuş ve Benşi Tarihi dersinin bitmesi için kalan son dakikaları hesaplıyordu.

Bayan Eva aynı zamanda benşilerin yöneticisi olduğu için diğer derslerde eşine rastlanamayacak bir sessizlikle bütün sınıf onu dinliyormuş gibi yapıyordu. Ön sıralardan arkaya doğru elden ele dolaşan kâğıt parçası henüz gözüne çarpmamıştı.

Avuçtan avuca geçen kâğıt parçasını okuyan sessizlik içinde şaşkınlıkla yanındaki arkadaşına uzatıyordu. En arka sırada oturan Ağça heyecanla takip etmeye başladı. Öğrencilerin konuşmamak için kendilerini zor tuttuğu bakışlarından anlaşılıyordu.

"İnanmıyorum!" diye fısıldadı Belfü kâğıdı Ağça'nın parmaklarına bırakırken.

Ağça, Bayan Eva'ya şöyle bir bakış attıktan sonra gözlerini avuçlarının arasına çevirdi. Uzun süre yazan kelimelere bakakaldı. Beklenen zil sesiyle sınıftaki derin sessizlik parçalara ayrıldı ve sıralardan çıkan gürültülerle öğrencilerin bağrışmaları birbirine karıştı. Ufak bir kargaşanın hâkim olduğu sınıfın kapısında sakince beklemeye koyuldu Bayan Eva. Öğrencilerinin sınıftan çıkmasına engel oluyordu.

"Bir sonraki derse Benşi Toprağının Altından Notlar kitabını okuyup gelin. Sözlü yapacağım."

Sınıftaki memnuniyetsizlik hali kelimelere dökülürken bir yerlerden "Yarına 300 sayfalık kitap ödevini başka kim verebilirdi?" cümlesi kulağına ilişince kaskatı kesildi suratı. Zaten disipline körü körüne bağlı olan Bayan Eva bu saygısızlık karşısında acımasızlaşmakta sakınca görmemeye karar verdi.

"Demek öyle... Aynı zamanda Bir Benşi'nin Son Günü kitabını da okumanız gerekiyor artık. Ondan da yazılı sınav olacaksınız."

Bir anda bütün öğrenciler ayakları yere yapışmış gibi kala kaldı. Korku ve dehşetle öğretmenlerinin gözlerine baktılar. Bayan Eva bu korkudan hoşlanır ve olması gereken bir saygı örneği olarak nitelendirirdi.

"Güzel..." dedi ve sırasından kıpırdamadan elindeki kâğıtta yazan notu defalarca okuyan Ağça'ya yaklaşıp "Okuman bittiyse kâğıda göz atabilir miyim?" diye sordu.

Bayan Eva'nın ona yönelen sesiyle birlikte dalıp gittiği düşüncelerden kurtuldu. Aralık kalan dudaklarını kapatıp sessizce elindeki kâğıdı uzatmaktan başka bir şey yapamayacağını bildiğinden sakince öğretmeninin tepkisini bekledi.

Saman sarısı saçları ve takım elbisesiyle oldukça resmiydi. Belki de en soluk tenli benşi olan Bayan Eva kâğıtta yazanlara göz atarken yüzündeki ifade değişmedi.

"Bayan Eva sizce bu mümkün mü?"

Tıslayarak kafasını kaldırdı. Küçümseyici bir gülümsemeyle "İmkânı yok!" dedi.

Ağça şaşkınca izlerken sınıfta kalan üç kişi de onun şaşkınlığını paylaşıyordu.

"Ya bir dedikodudur." duraksadı. Elindeki kâğıdı buruşturdu. "Ya da o sorumsuz canlıların uydurması... Bilirsiniz bir benşi dışında kimseye güvenemezsiniz. Özellikle de Yaefsun'dan birine. Bunu her zaman söylüyorum fakat kime ne söylüyorum? Sonuçta bizi bir ander yönetiyor. Böyle saçmalıklara inanmayın. Sadece suyu bulandırmaya çalışıyorlar. Bilirsiniz. Tarih boyunca hep bunun için uğraşılmış."

Topuk seslerinin tok kırıntıları eşliğinde sınıftan ayrılırken Bayan Eva geriye her zamanki gibi kendi türü dışındaki diğer bütün türlere olan nefretini bırakmıştı arkasında.

"Sence?" diye sordu Belfü. Ağça en yakın arkadaşının gözlerine baktı. "Bilmiyorum." diyebildi. Diğerlerinin aksine üzerine konuşmak ya da düşünmek istemiyordu.

"Derse geç kalırsak canımızı okurlar." Kitaplarını eline alıp kapıya yöneldi Ağça ve Belfü de onu takip etti.

"Ortak ders..." diye ekledi.

Ağça'nın aksine Belfü kâğıtta yazan şey üzerine uzun uzun konuşmak istiyordu. "Bu mümkünse eğer..." dedi ve olduğu yerde kaldı. Ağça geri dönüp yüzüne baktı. Hayal edemediğini görüyordu. Gözlerini kaçırarak "Gitmeliyiz." diyebildi sadece fakat sınıftan çıktığında bütün okul aynı şeyi fısıldıyordu. Kalabalık koridorları geçerken her yerden acabalar yükseliyor, nasıl olabileceği tartışılıyordu.

Ağça hızlı adımlarla ilerlemeye devam etti. O ortak dersini bâtınların binasında görüyordu. Belfü'ye görüşürüz bile demeden koşmaya devam etti. Fısıltılar onu sıkıştırıyordu. Düşünmenin bile onu dehşete düşürdüğü bir konu hakkında bütün okul yüksek sesle yorum yapıyordu. Kulaklarını tıkayıp derse hazırlanmak için son yaptıklarını tekrar etmeye karar verdi. Bir yandan kocaman kemerlerin altından hızlı küçük adımlarla ilerliyor öte yandan da duymamaya çalışıyordu. Sonunda sınıfa geldiğinde öncelikle üzerine saldıran karanlık bakışlar oldu. Ortak derslerde her zaman göze batardı benşiler. Sırasına yöneldiğinde hızlı bir değişiklikle karınca kadar bile göze değmediğini hissettiren anderler sınıfa girmeye başladı.

Bugün ay başıydı ve ortak sınıflar değiştirilmişti. Sınıfında sadece iki benşi vardı. İyi haber sadece 2 ander ve kötü haber tam 4 tane bâtın vardı. Janseli'nin, Çağın'ın ve Afşin'in namı bâtınlar arasında kalmamış bütün Son Diyar'a yayılmış olduğundan onları tanıyordu. Görünce kafasını çevirip bir büyücüye şans büyüsü yaptırmaya karar verdi. İçeri de onu ilk görmezden gelen anderin adının Hami olduğunu dışardan gelen sesle öğrendi. O sınıfı terk ederken sınıfa son bâtın girdi. Güzin... Belki de olabilecek en iyi kalpli bâtın oydu ki gene de aynı sınıfta olmak değil aynı evrende bile olmayı istemeyeceği biriydi. Dikkatini toplamak için kafasını hafifçe sağ sola salladı. Girip çıkanlardan sıyrılıp kitabını açtı. Bâtınlarla dolu bir sınıftan daha kötü tek şey bâtın bir öğretmenin dersine girmekti elbette. Önünde zorluklarla dolu tam tamına bir saat vardı. Derin bir nefes alıp kitapta yolculukla ilgili yazanları okumaya koyuldu.

"Dünyaya yapılacak yolculuklar tehlikeli olmasa da ilk yolculuk bazen korkutucu olabilir. Taş kemerin yanına yaklaşınca hissedecekleriniz..."

Okumaya devam edemedi Ağça. Gözlerinin önüne dün gece ruhunu dalgalandıran o an geldi. Kendini kuvvetle içine çeken kapının karşı konulamaz albenisi... Düşüncelerini bile silip ondan uzaklaştıracak kadar güçlü olduğunu daha önce kimse ona söylememişti.

"Zor olacak..." dedi Çelen yanına otururken.

"Hı?" irkilerek arkadaşına döndü.

"İyi misin? Bu kadar gerilme... Seni korurum."

Kısa süre sonra normale dönüp Çelen'in neden bahsettiğini hemen anladı. Diğerleri yüzünden gerildiğini düşünüyordu. Gözlerini devirerek "Çok naziksin ama buna ihtiyacım yok. Fakat gerekirse ben seni korurum tabi..."

Çelen, gülümseyerek Ağça'ya baktı. Elini kalbinin üzerine koyarak centilmen bir delikanlı gibi kibarca "Onur duyarım." dedi.

Bâtınların itişmelerinin arasından süzülerek Hami içeri girip en ön sıraya oturdu. Zil sesinin ardından bâtınlar kapı tarafındaki dört sıraya teker teker dizildiler. Çelen ayağa kalkıp Ağça'nın arkasındaki sıraya geçti. Cam tarafındaki sıralar her zaman benşilere ayrılırdı.

Ve sınıfa süzülerek ortak dersin son öğrencisi girdiğinde Ağça olduğu gibi kalakaldı. Nefes dahi almadı. Parlayan ışığı anımsadı, toynak seslerini, ruhunu saran karanlığı... Titreyen ellerini sıranın üzerine bıraktı. Ander yerine oturdu. Acaba onu görüp görmediğini düşündü ya da tanıyıp tanımadığını. Sınıfta gibi hissetmiyordu artık. Gördüğü tek şey dün gece üzerine gelen kör edici ışıktı. Çelen iyi olup olmadığını sordu, birkaç bâtın onunla dalga geçti ama Ağça toparlayamıyordu. Anderler onları görmezden gelirken o yapamıyordu.

Şeffaflığı karşısında endişesi yoktu ama bu onu tanımadığı anlamına da gelmiyordu. Şimdi görmezden geliyordu ama ya dün gece? Görmüştü. Başka ihtimal yoktu ama umut... Üzerine düşünmeye başlasa da karara varmak için pek fırsatı olmayacak gibiydi. Bay Ecmel'in sınıfa girmesiyle öğrenciler, bilhassa bâtınlar saygıyla hafifçe eğildiler. Ağça da saygıda kusur etmeyerek sırasına oturmuştu.

"Nasılsınız çocuklar?" diye sordu Bay Ecmel.

Bâtınlar bu sorunun dahi onlar tarafından diğer türlere bahşedilen bir kibarlık olarak nitelendiriyorlardı. Gururla kendi türlerindeki hocalarının sorusunu yanıtladılar. Anderlerse mecbur olmadıkça başka öğretmenlerin derslerinde konuşmazlardı. Benşiler ise sessiz kalmayı tercih ettiler.

"Bugün geçiş kapısından geçmekle ilgili bir alıştırma yapacağız."

Sınıfın kapısının ardından zarif bir tıklama sesi duyuldu. Bay Ecmel'in içeri gelmesini söyleyen sesle yardımcı öğretmen Büyücü Nadi içeri girdi.

"Büyücü Nadi geçiş kapısının ucuz bir kopyası için bize yardımcı olacak." dedi bütün Yazgıtay halkı gibi diğer türleri bariz küçümseyen havasıyla.

Büyücü Nadi duruma aldırış etmemeyi öğrenenlerdendi. Sınıfı selamlayıp kırmızı cüppesinin, geniş kollarının arasından ellerini dışarı çıkarıp, kollarını kaldırdı ve bileklerini hızla çevirmeye başladı. Sadece onu saran fani bir rüzgârın etkisiyle üstü başı uçuşmaya başladı. Sınıfın bu durumdan anladığı tek bir şey vardı. Onların üzerini başını dağıtan rüzgâr Yazgıtay halkına bir esinti kadar bile yaklaşamazdı.

Halbuki etkileyici bir gösteriyle sınıfın içi hızla geçiş kapısının olduğu yere dönüşmeye başlamıştı. Ağça korkuyla yerinden kalktı. Herkesin altındaki sıralar gözden kaybolurken o bunu fark etmemişti bile. Yüzünde belirgin bir dehşet ifadesi oluştu. Sınıfta daha önce burada bulunmuş üç kişiden biriydi Ağça, dünyaya bu kapıdan gitmiş iki kişiden de diğeri...

Gerçeklik karşısında bir adım geri gitti. Çelen hafifçe beline dokunup dengesini sağlamasını sağladı. İçgüdüsel olarak türüne sahip çıkmak dışında hiçbir anlamı yoktu Ağça'nın yanında olmasının.

"İyiyim..." dedi Ağça.

Çelen inanmasa da kafasını sağladı ve elini Ağça'dan uzaklaştırdı. Büyücü Nadi'nin etrafını sarıp, gücüyle oluşturduğu evreni sarsan rüzgâr yavaşça çekildiğinde Bay Ecmel boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.

"Şimdi çocuklar hepinizin sıra sıra kapıyla yüzleşmenizi isteyeceğim. Teorik olarak başınıza gelecek her şeyi biliyorsunuz. Elbette derslere yeterli ilgiyi gösterdiyseniz..." diyerek doğası gereği ander ve benşilere imayla baktı. Elbette bu kimsenin umurunda değildi.

"Şimdi bakalım neler yaşayacağız. İlk kim gelmek ister?" diye sorduğunca cesaretin neredeyse karşılığı olarak sayılan bâtınların hepsinin elleri havadaydı. Anderlerse nezaketleri sebebiyle kararı her zamanki gibi öğretmenlerine bırakmak için hafifçe ellerini kaldırmışlardı. Çelen'in de eli havadaydı ve Ağça bunu görünce mecburen elini kaldırdı. Dikkat çekmek istemiyordu ama dün gece yaşadığı şeyi tekrar yaşamaya hazır değildi. Üstelik dün geceden yüzünü hatırladığı kendi anderi de sınıftayken.

"Hepinizin hevesli olması beni oldukça memnun etti ama bu ders herkes bunu deneyimleyemeyecek. Adil olması açısından her türden birer kişi deneyecek. Önce bâtınlardan Çağın."

Çağın okul birincisiydi. Ailesi de Son Diyar'ın kuruluşundan bu yana en köklü ailelerden biri. Hatta yönetici Dâver kadar eski oldukları bile konuşuluyordu. Bu sebeple herkes onu tanırdı.

Güçlü gülümsemesi, iri, kuvvetli ve biraz da korkutucu yapısıyla hızlı adımlarla Bay Ecmel'in yanına geldiğinde 16 yaşında olmasına rağmen öğretmenden daha büyüktü. Bütün bâtınlardan biraz daha fazlaydı vücudunu kaplayan dövmeler ama Ağça onu görmeyeli iyice artmıştı.

Büyük bir adım atıp zıpladığında kapının çekim gücünden havada kaldı. Fısıltılar arasında herkes ne yapacağını merak ediyordu. Durduğu yerde önce zihnine bütün korkuları, endişeleri akın edecekti ve belki vaz geçecekti. Ama asıl merak edilen çekim gücü onu ele geçirdiğinde ne yapacağıydı. Teslim alıp kötü girişle dayak yemişe mi dönecekti yoksa bunu yumuşatıp iradesine sahip mi çıkacaktı? Aslında beklenen hiçbir şey olmadı. Çağın uzun bir sürenin ardından hızla yere düştü. Ayaklarının üzerinde durmayı başardı. Bay Ecmel yanına gidip "İlk deneyim için olabilecek en iyi senaryo..." diye teskinde bulundu ama gerçekten de öyleydi. Ardından anderlerden Hami kapıya yaklaştı ve olabilecek en kötü senaryoyu da onda gördü öğrenciler. Bedeni hızla yere düştüğünde eğer bu çekimle içeriye girseydi kapının onun paramparça edeceğini Bay Ecmel anlatırken öte yandan içeriye bir sağlıkçı çağırıp onu çıkarmasını istedi.

Büyücü Nadi'nin kurduğu görü bir anlığına dondu ve sınıfın kapısı açıldı. Gerçek ve hayal karıştı. Sağlıkçı anderle birlikte sınıftan çıktıktan sonra büyücü görüyü düzeltti.

Bay Ecmel, Çelen'in gözlerine bakarak "Ağça sıra sende..." dedi.

Elbette, diye geçirdi Ağça içinden. Kimse başka türden birinin kendi türünden daha başarılı olmasını istemezdi. Her zaman en zayıf halka seçilirdi diğer türlerden. Çelen'in kapı karşısında bir şansı olduğunu hissettiği için Bay Ecmel, Ağça'yı seçmişti. Fakat yanlış yorumladığı bir şey vardı. Ağça'nın yüzündeki korku kapı sebebiyle orada değildi. Onu korkutan sevgili anderinin de sınıfta olmasıydı.

"Sahne senin... Çağın kadar iyi bir sonuç beklemiyorum ama Hami kadar kötü bir sonuç almamaya da dikkat edersen mutlu olurum. En azından senin açından..."

"Elimden geleni yaparım."

Derin bir nefes aldı Ağça. Kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. Mavi gökyüzü ona İstanbul'u anımsatıyordu. Son Diyar'daki gibi değildi oradaki gökyüzü. Bileklerine dolanan papatya kokuları ciğerlerini sardı bu defa. Kapıya doğru bir adım atmadan önce anderlerin olduğu sıraya döndü. Oradaydı. Kendi anderi Erçel oradaydı... Gözlerinin içine bakıyordu. Bir ander için ilk defa görünür olmuştu. Patlayan ışık, toynak sesleri ve karanlık... Erçil'in gözlerinde alev alev o anlar dalgalanmaya başlayınca korkuyla doldu.

"Hey!" dedi bâtınlardan biri. "Yapamayacaksan söyle... Zaten benşiler bu zamana kadar neyi yaptılar ki?"

Bay Ecmel dahil bütün bâtınlar bariz bir şekilde gülümsedi fakat Ağça için umut yoktu. Bir anderden gözlerini koparamazdın. Mevzu kendi türün olsa bile...

Ağça parıldayan ışıkla kör olmuşken bir an da kendini gerçekten olduğu yerde buldu. Sersem gibiydi. Ander de olsan türler birbirine bu tür yardımlarda bulunmazdı. Belki kendi anderi olduğu için...

İçine düştüğü görüntüden anlam veremediği bir kopuş yaşamıştı. Fakat itirazı yoktu. Üç beş bâtına elbette pabuç bırakmayacaktı. Küçük adımlarla hızla kapıya yaklaştı. Kollarını hafifçe kaldırınca dün olan oldu; uçurtma gibi süzüldü. İçerden üzerine yaklaşan bulutlar zihnini ele geçirirken diğerlerinden şanslıydı çünkü bu onun için ilk değildi ve ilk değilse en zor kısmı bitmiş demekti. Tanıdık bir korkuyla kalbi titredi. Ardından çekimi hissetti. Kendini rüzgâra yaslayıp tadını çıkarmak için gözlerini kapadı. Gerçek olmadığını bilmek onu daha da rahatlatıyordu ve olan olmaya devam etti. Çekim gücü onu bulutların arasına almaya başlayınca hafifçe güçten arınıp yere doğru inmeye koyuldu. Aşağı inerken elleri bulutlardan birine karışınca ürperdi. Ne olduğunu anlamak için kafasını kaldıramamıştı bile, Bay Ecmel soluğu yanında aldı. Şakındı. Herkes kadar.

"İyi iş Benşi..." dedi takdir ederek. "Çok iyi iş..." diye ekledi. Ağça teşekkür dahi edemeden sırasına yöneldi. Üzerindeki bakışlar onu rahatsız etmeye başlamıştı ama asıl sorun bu değildi. Kolunu yakmıştı bulutlar. Dün gece olduğu gibi... Eğer gerçek değilse ve eğer Büyücü Nadi hiç kapıdan geçmediyse bunun olması mümkün değildi.

Büyücü sınıfı eski haline çevirirken bâtınlardan biri "Sanki daha önce yapmış gibi..." diye ekleyip Ağça'ya baktı. "Ortalıkta dolanan dedikoduları düşününce bâtın şüpheleniyor." diye ekledi Çağın sesli bir şekilde.

Bay Ecmel sessizliği bakışlarıyla sağladıktan sonra "İyi bir ders oldu. Bir sonraki ders üç kişi daha bunu deneyimleyecek. Ve..." dedi Çağın'a dönerek "Kağıtlarla bütün okula duyurulan şu dedikodu... Bakın çocuklar kimse zamanı gelmeden, hiçbir şekilde dünyaya gidemez. Bu mümkün değil! Yönetimden gizli bunun olmasına imkan yok!"

Ağça kahkaha atarak siz öyle sanın dememek için benşi üstü bir çaba harcıyordu. Başarılıda oldu. Kimse bir şey anlamadı.

"Ağça'ya gelince... Bir benşi için değil bütün türler için çok başarılıydı. Evet nadir görülecek bir durumdu fakat babasını tanıyorum. Bu yüzden onun için bu başarı pek de şaşırtıcı değildi."

Ağça ilk defa babası hakkında iyi bir şey hem de Bay Ecmel'in ağzından iyi bir şey duyuyordu. "Babamı tanıyor musunuz?" diye sordu. Gülümsemekle yetindi öğretmeni. Zil sesiyle şaşkınlığı dağılırken neyin peşinden gitmesi gerektiğini kestirmek için saniyeleri olduğunu fark etti. Bay Ecmel kapıyı açıp sınıftan çıktıktan sonra Erçil'i geçip Büyücü Nadi'yi yetişti.

"Bir şey sormak istiyorum." dedi. Yaefsun halkı ne olursa olsun Yazgıtay halkına saygı duyardı. Yaş gözetmeksizin. Kibarca onayladı büyücü.

"Kapı gerçekti değil mi?"

Büyücünün suratı hızla kireç gibi beyazladı. Yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle "Yanılıyorsunuz." diye ekledi. "Yanılmıyorum." diye ısrar etti Ağça. Büyücü uzaklaşmak için yürümeye başladığında kalabalık diğer tarafta kalmıştı. Ağça peşinden koşarken "Yanılmıyorum, eminim." diye ekledi. Büyücü olduğu yerde kaldı. Ağça da durdu. Kalbi göğsünün ön yüzünü dövüyordu. "Nasıl?" diye sordu. "Nasıl emin olabilirsin?"

"Kapı elimi yaktı."

"Yani?"

"Yanisi şu... Ya kapı gerçekti ya da siz kapıdan geçip daha önce dünyaya gittiniz?"

"Nerden bu sonuca varabiliyorsun?"

"Yoksa kapı elimi yakmazdı. Gerçekte olduğu gibi..."

Bir an sesi kurudu Ağça'nın. Söylememesi gereken bir şey kaçmıştı dudaklarından. Büyücü elbette bu detayı yakalamıştı.

"Gerçekte olduğu gibi demek... Peki siz bunu nereden biliyorsunuz?" gülümseyerek Ağça'ya yaklaşmaya başladı.

"Bence ikimizde üzerimize vazife olmayan şeyleri kurcalamamaya söz vererek buradan ayrılalım ve çenemizi kapalı tutalım. Yoksa anlaşılan ikimizin de zararlı çıkacağı konular var."

Bir şey söyleyemedi Ağça. Büyücü tehdit edici bakışlarıyla bir süre Ağça'yı süzdükten sonra "Anlaştık o zaman..." diye ekledi.