Her şeye rağmen unutmak...

Nöroloji kliniğinin yataklı hasta servisi ziyaret saati sebebiyle oldukça kalabalıktı. Çoğu oda yakınları ile ilgilenen ve hasret gideren insanlarla doluydu. Tenha olan bir kaç oda dışında. Nisan ayının parlak güneşi bakışlarını diktiği geniş pencereden saçlarına vuruyor ve bir kaç kişi dışında neredeyse boş olan oda adeta ilahi bir varlığın ışıltısı ile can buluyordu. 

 

Uçsuz bucaksız bir başak tarlasını andıran uzun saçları tıpkı hiddetini kaybetmiş bir nehir gibi narin omuzlarından aşağıya dökülüyor menekşe rengi gözleri ise içindeki gri ve kahverengi parıltılarla ışıldıyordu. 

 

Onunla aynı odada kalan hastalar ve yakınları cam kenarındaki bu eşsiz manzaraya belli etmekten kaçınarak şaşkınlık dolu bakışlarla şahit oluyordu. Bazıları ise bir çok kez gördükleri bu kızcağızın-hemşirelerden duydukları kadarıyla-haline acıyorlardı. Beş aya yakın süredir hastane de yatıyordu ve ziyaretine ne gelen vardı ne giden. 

 

Çoğu zaman hiç konuşmaz boş bakışlarını pencereye çevirir ve aynı odada kaldığı hastalardan birinin verdiği bez bebeğin saçları ile oynardı. Şimdi de yaptığı tam olarak buydu fakat insanları kendine hayran bırakan o gözler aslında acıyla yanıp sönen kırık cam parçaları ile doluydu. Etrafındaki bir kaç insan bunu fark etmiş gibi kendi aralarında fısıldaştılar. 

 

-Yazık yazık! Gencecik kız.’

 

-Kimsesi yok muymuş?’

 

-Anasız babasız herhal garibim.’

 

O duymasın diye özenle sarf ettikleri bu kelimeler ardında büyük bir sessizlik bırakmıştı. Buna rağmen genç kız onun hakkına konuşulanların farkındaydı. Ve sadece bu da değildi. Koridordan geçen dört kişilik insan grubunun, yanındaki teyzenin torununun cebindeki muştanın ve karşısındaki kadının kocasının bir uyuşturucu bağımlısı olduğunun da farkındaydı. 

 

Zihni durmadan çevresinde olup bitenlerle ilgili onu uyarıyor ve muhtemelen normal bir insanın takılmayacağı pek çok durumu elinde olmadan takip ediyordu. Mesela duvardaki saatin yelkovanı ne zaman 12’nin üstüne gelse tuhaf bir sesle gıcırdıyordu. Karşısındaki komodin eşit olmayan ayakları sebebi ile neredeyse 50.kez sallanıyordu. Belki de 50 den fazlaydı artık saymayı bırakmıştı. 

 

Dışarıdan oldukça sakin görünüyordu fakat zihni bir savaş alanında farksız olarak karman çorman bir döngü de durmadan kendini tekrarlıyordu. 

 

Ne zaman biraz uyumaya yeltense onu karanlığın içine iten kimliği belirsiz bi silüet görüyor bazen de kendi çığlıklarını duyuyordu. Birilerinden yardım istiyordu ama kim oldukları yine belirsizdi. 

 

Öyle bir bilinmezlikteydi ki kendi ile ilgili tutunabildiği tek şey yüreğinde hissettiği sancılı ağrıydı. Onunla ilgilenen doktora bundan bahsetttiğinde onu hastanenin kardiyoloğuna sevk etmiş buna rağmen hissettiği ağrının sebebini bulamamışlardı.

 

Sonradan farkında varmıştı ki bu ağrı fiziksel bir durumdan kaynaklanmıyordu. Ona acı veren ve durmadan sızlayan şey bedeni değil ruhuydu. Sanki içinde asla tamamlayamayacağı bir yapboz vardı ve elindeki her parça o birleştirmesin diye lime lime edilmişti. Ve onları nasıl bir araya getirebileceğini bilmiyordu. Bir araya getirse bile ortaya bir şey çıkar mıydı?

 

İlk zamanlar hissettiği terk edilmişlik duygusu yerini asla yenemediği dipsiz bir çaresizliğe bırakmıştı. Sanki ona kimsenin yardım etmeyeceğinden emin gibiydi. Bu muhtemelen arkamda beni bekleyen birisi olmadığı için böyle diye düşündü. Ne yani hayatımın zihnimden silinen kısmında hep yalnız mıydım? Bir ailem  yok muydu? 

 

Bunu düşünmek bile genç kıza tarif  edemeyeceği kadar büyük bir acı veriyordu. Fakat bir yanı da oldukça aşina hissediyordu kendini bu duruma. Hatta o kadar tanıdıktı ki artık geçmişini hatırlamaktan bile korkuyordu. Orada karşılaşacağı gerçekler onu hiç olmadığı kadar çok korkutuyordu. 

 

Sıkıntıyla iç çekerek sıkıca sarıldığı bez bebeği ellerine alıp siyah bir çift boncuktan yapılmış gözlerine dikti bakışlarını ve fısıldadı. 

 

-Ben kimim?’

 

Genç kız farkında değildi ama onun bu perişan halini en az onun kadar şaşkın ve perişan bir halde izleyen biri vardı. Hastane odasının kapısında dikilmiş açık gri tonundaki gözleri kapı aralığından kucağında bebeği ile oynayan genç kızı izliyordu. 

 

Sarı saçları son anda bulduğu kurşun kalemle toplanmış evinden aceleyle çıktığı ters taktığı çantasından ve renkli pijamasından açıkça belli oluyordu. Yaşlarla dolan bakışları acı bir inleme ile kapı aralığından uzaklaştığında yanağındaki yaşları çabucak kurulayıp beyaz önlüğü ile yanında dikilen erkek arkadaşına döndü. 

 

-Ogün o gerçekten benim...’

 

Genç kadın yaşadığı yoğun baş dönmesi ile sarsıldığında erkek arkadaşı nazikçe kolunu tuttu ve onu koridordaki boş sandalyelere yönlendirdi.

 

-Nergis iyi misin? Su getirmemi ister misin?’

 

Nergis başını iki yana sallayarak onu reddetti. Ve zayıf sesiyle konuştu.

 

-Hayır. Tek istediğim bana onu nasıl bulduğunu anlatman.’ 

 

Ogün sevdiği kadını rahatlatmak için nazikçe Nergis’in sırtını okşadı. Bir yandan da gerginlikten adeta buz tutmuş ellerini ısıtmaya çalışıyordu. 

 

-Yaklaşık altı aydır burada. Yaşlı bir çift onu sahilde cansız halde yatarken bulmuş. Muhtemelen kayalıklardan aşağıya düşmüş ve akıntı onu kıyıya vurmuş. Hastaneye getirildiğinde hem vücut ısısı çok düşük hem de tahmimce şiddetli bir işkenceye maruz kalmıştı. Başından ayaklarına kadar bedeninde pek çok travma ve kırık vardı. Ama en yoğunu başının arkasındaydı. Kimliğini belirlemek için polise haber verdik. Ama onunla ilgili bulabildiğimiz hiç bir şey yoktu. Acilen ameliyata alınması gerekiyordu. Hayati tehlikesi vardı. Sarı saçlarını görünce aklıma sen geldin. O yüzden sorumluluğunu ben almak istedim. Ameliyat oldukça zorlu geçti. Hasar aldığı yer omuriliğe çok yakındı. Bu yüzden kimse uyanmasını beklemiyordu. Uyansa da belden aşağısında his kaybı olabilirdı. Buna rağmen üç aylık bir koma döneminden sonra gözlerini açtığında her şey yolunda görünüyordu. Hafızasını yitirmesi dışında tabi ki. O günlerde bana aile fotoğraflarınızı göstermiştin hatırlarsan buna ne denli tesadüf denir bilmiyorum ama kaybettiğin kardeşinin boynunun köprücük kemiği ile birleştiği nokta da bir ben görmüştüm o resimlerde. Hatta sen de ikiz gibi görünseniz de insanların sizi zaman zaman bu nokta ile ayırt ettiğinden bahsetmiştin. Üstelik sadece bu da değil. Göz renginiz, saçlarınız ve yüz benzerliklinizi de hesaba katınca beklemeden sana bunu göstermek istedim. Onun kardeşin olduğundan emin değilim ama bunu en iyi senin anlayabileceğini düşündüm.’ 

 

Nergis Ogün’ün anlattıklarını gözyaşları içinde dinlemiş sonunda ise sevgilisine sıkıca sarılmıştı. 

 

-Te-teşekkür ederim aşkım. Onu bana bulduğun için.’

 

Ogün’nün yakışıklı yüzünü hüzünlü bir gülümseme kapladı. Nergis’in yüzünü ellerinin arasına aldı ve burnuna küçük bir öpücük kondurdu. 

 

-Henüz teşekkür etmek için çok erken sevgilim. Onun kardeşin olup olmadığını en iyi sen anlayabilirsin. Hadi git ve onunla konuş.’ 

 

Nergis’in kalbi tereddütle doluydu. Ve aynı zamanda korkuyordu da. Ogün bilhare de bunun farkındaydı.

 

-A-ama...’

 

-Amalar sonraya kalsın olur mu güzelim? Hadi şimdi git ve onunla biraz konuş.’ 

 

Nergis titreyen bedenini tünediği sandalyeden doğrulttuğunda Ogün onu cesaretlendirmek istercesine gülümsedi ve göz kırptı. Nergis şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Yavaş adımları ilerledikçe hızlanıyor hızlandıkça kendini daha güçlü hissediyordu.  Evet gidip onunla konuşacaktı. 

 

Hastane odasının bej rengi kapısında vardığında derin bir nefes alarak kapı aralığından içeri doğru süzüldü. İçeri girdiğinde diğer hastalar onu bir anlık şaşkınlıkla karşılamışlardı. Fakat Nergis bakışlarını pencere kenarındaki yatakta oturmuş dışarıyı seyreden genç kızdan bir an olsun ayırmıyordu. 

 

Yüzü ifadesiz olsa da kiraz rengi dudaklarının aralık halinden kendi kendine bir şeyler mırıldandığı belli oluyordu. Nergis sakin olmasına özen gösterdiği adımlarla ilerlemeye devam etti. Sonunda aralarındaki kısa mesafeyi de geride bıraktığında az öncekinden farklı olarak mırıldandığı şeyin bir şarkı olduğunu fark etti. 

 

-Rüzgar kırdı dalımı

 

Ellerin günahı ne?

 

Ben yitirdim yolumu

 

Yolların günahı ne?

 

Bu şarkıyı annesinden ilk dinlediğinde henüz üç ya da dört yaşında olmalıydı. Annesi kardeşini kucağına alır ve onu sallarken söylediği ninnilerin arasında bu şarkıyı da mırıldanırdı. Nergis adeta dumura uğramış bir ifade ile yatağın ayak ucunda dikildiğinde genç kız bakışlarını gökyüzünden çekti ve çok geçmeden iki çift menekşe rengi göz birbirini buldu. Bunlar şüphesiz ki annelerinden aldıkları irislerdi. 

 

Herkese Merhaba. Hayatın en karanlık ve belki de hiç bir canlının yaşayamayacağı kadar ulaşılmaz derinliklerinden yazıyorum. Eğer sesimi duyan biri varsa bu son çırpınışıma küçük de olsa bir yanıt versin. Teşekkür ederim.)

Her Pazar yeni bölüm gelecektir.