GÖKYÜZÜNÜN PARLAKLIĞINDAKİ KARANLIK

Düşüncelerim bir annenin çocuğunu terk etmesi gibi beni terk etmiş, arkasında ise sessizce ve çaresizce giden düşüncelerimi izleyen bir beden bırakmıştı. 

Bu adaya geldiğimizden beri; üzüldük, güldük, heyecanlandık, pes ettik, küllerimizden yeniden doğmaya çalıştık ama sonunda bize kalan arkada hüzünlü bir şarkıya sahip melodram türünde bir fragman oldu. 

Bu yaşadıklarımız henüz bir filmin fragmanıydı ve ben asıl olan üç saatlik filmi düşünmek bile istemiyordum. Aksilikler ve acılar ayağımıza dolanan bir ip yumağı gibi bizi bırakmıyordu. 

Umut şimdi bizim için siyah defterin üzerine, siyah bir kalemle yazılan yazı kadar belirsiz. 

Bu belirsizliğin içinde kaybolan bedenim sayfalarda sürükleniyor. İhtiyacım olan şey ise ya siyah defteri beyaz sayfalara çevirecek bir boya, ya da yaşadığım acıları bu defterden silebilecek bir silgi. Fakat benim elimde hiçbir şeyden başka bir şey yok.

"Hayatta kalmak zorundayız." 

Az önceki heyecanlı kalkışımız bizi umutlandırmıştı evet ama hiçbir plan yapmadan da bir işe kalkışmak bizi yormaktan başka bir işe yaramazdı. Helikoptere bizimle binen görevlilerin çantasından üç kutu bisküvi ve işe yaramaz birkaç abur cubur çıkmıştı. Aldığımız besin bize enerji vermişti ama bu adada kaç gün kalacağımız belli değildi ve keşfe çıkmak zorundaydık. 

Bir süre daha sessizce bekleyerek birinin adım atmasını bekledim ama kimsenin kolunu bile kıpırdatmadığını gördüğümde kontrolü elime aldım. Kahverengi karışık, sarı saçlarımı at kuyruğu yapıp bağladım ve ortası yeşil, kalan tarafı kahve tonları olan gözlerimle arkadaşlarıma etkileyici bir bakış attım. Saçlarım omuzlarımda olduğu için toplamam zor olmuştu ama bu adanın sıcaklığı ensemi çok yakıyordu.

"Ayaklanın!" dedim hala ağrıyan bacağımla ayağa kalkarken. Son zamanlarda aramızda geçen kelime ya 'ayaklanın' cümlesi ya da sessizliğin arasına sıkışmış hecelerdi. Herkes gözlerini dikip bana bakmaya başladı.

"Bir insan nefes almadan üç dakika, yemek yemeden üç hafta yaşayabilir..." duraksadım. Düşüncelerimi yoklar gibi yaptım. "Ama su içmeden yalnızca üç gün yaşayabilir ve biz adada ikinci günü doldurmak üzereyiz. Temiz bir su kaynağı bulmak zorundayız. Eminim nehir ya da ırmak gibi şeyler vardır." Evet, mantıklı olan buydu. Mantıklı olan öylece yardım, ya da açlıktan ölmeyi beklemek değil, bir su kaynağı ya da yiyebilecek herhangi bir şeyler bulmaktı.

"Tamam siz burada kalın biz erkeklerle çıkalım aramaya." dedi Kayra hareketlenerek. Ona gözlerimi devirerek bir bakış attım. Buraya geldiğimizden beri ağzından çıkan iki cümleden biri 'Tamam biz erkeklerle gidelim.' cümlesiydi. Neden her şeyi erkekler yapmak zorundaydı?

"Anlıyorum Kayra, kızlar olarak bizim incinmemizden korkuyorsun..." 

Kendinden emin bir şekilde kafasını salladı. "Ama siz burada yokken ya bir ayı gelip bizi yerse?" diye sordum. 

Sorduğum şey mantıksızdı ama amacım zaten mantıklı bir cümle kurmak değil, Kayra'yı burada da kalsak onlarla da gitsek her türlü tehlikede olacağımıza inandırmaktı. Ben Kayra'dan herhangi bir onay beklerken Rüya bir çığlık atarak erkeklerin safhasına geçti.

"Ben de sizinle geliyorum." diyerek onların daha da dibine girdi. Diğer kızlar da ayı kelimesini duyunca erkeklerin yanının daha güvenli olduğuna karar vermiş olacaklar ki o tarafa doğru yol aldılar. 

Kayra'nın sabır dilermiş gibi olan haline keyifle baktım. Bu sefer ben ona kendimden emin bir şekilde gülümsedim ve kafamı aşağı yukarı salladım.

"Tamamdır. Kızlar da bizimle geliyor. Hem böylesi daha güvenli olabilir, Duru haklı. Şimdi herkes eline sopa alsın. Ne olur ne olmaz, ayı çıkarsa kendimizi koruyalım." 

Sanırım buradaki grubun saçma organizasyonlarından sorumlu kişiler Ekin ve bendik. Ha bir de Kayra vardı fakat onun bizden farkı mantıklı organizasyon yapmasıydı çünkü Ekin'in elinde bir sopayla kocaman ayıdan kurtulabileceğini düşünmesi akıl alır bir fikir değildi.

"Saçma saçma konuşma Ekin. Karşına ayı çıkarsa onu sopayla mı kovalayacaksın? Biz direkt yem olarak seni atalım, böylesi daha mantıklı olur." 

Rüya beni yormadan düşüncelerimi kendisi dile getirdi. Ekin ile tartışmaya gerçekten meraklı biriydi. Bu konuşmaların peşinden eğlenceli bir tartışma geleceğini biliyordum.

"Bir ayıyla pazarlık mı yapacaksın bayan zeka küpü? Ne diyeceksin? 'Ya ayı bey sen Ekin'i al, bizi bırak o sana yeter.' mi diyeceksin?" 

Ekin'in söylediği cümle sesli bir şekilde gülmeme sebep oldu. Rüya 'Hani nerede kız dayanışması?' der gibi bana baktı. Mahcup bir şekilde bakışlarımı ondan kaçırdım. 

Tartışmalarının bitmeyeceğini anlayınca diğerlerine işaret verip yürümeye başladım. Ekin ve Rüya hariç herkes hareket etmeye başladı. Onlar mı? Onlar sadece tartışmaya devam ettiler.

Ekin'in stratejileri saçma olsa da işe yarıyordu. Elde sopayla dolaşmak psikolojik olarak insanı daha güvende hissettiriyordu. Sekiz kişilik bir orduyla tek sıra halinde dakikalardır yürümeye devam ediyorduk. En önde Kayra, onun arkasında ben, benim arkamda Alara, Alara'nın arkasında Kaan, Kaan'ın arkasında Barlas, Barlas'ın arkasında Ekin, Ekin'in arkasında Vera ve en arkada da Rüya yürüyordu. En arkada neden Rüya'nın yürüdüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Rüya neden en arkada yürüyen sensin?" diye sordum Rüya'ya arkam dönük bir şekilde. Sesimi ona ulaştırmam için biraz bağırmam gerekmişti. Rüya elindeki sopayı bir o tarafa bir bu tarafa savuruyordu ve etraftaki bitkiler Rüya'nın bedenine batmaya devam ediyordu.

"Karşımıza ayı falan çıkarsa en önce ben kaçabileyim diye." 

Sanırım hafızasıyla beraber düşünme yetisini de kaybetmişti. Ayının arkadan gelebileceğini hiç mi düşünmüyordu?

"Ya ayı arkadan gelirse?" diyerek onun düşünmesine yardımcı oldum. Rüya birkaç saniye sessizce bekledi. Kayra'nın önümde yürürken hafifçe gülümsediğini gördüm. Onun gülümsemesiyle bende gülümsedim. Rüya sessiz bekleyişini aceleci tavırlarıyla bozdu.

"Ekin buraya gel, yer değiştiriyoruz." 

Ekin'e rica etmeden emir vererek kurduğu bu cümle eminim başına büyük işler açacaktı. Ekin'in eline büyük bir koz geçmişti.

"Aaa ne münasebet. Ben narin bir bedene sahibim, arkada falan kalamam. Hem senin arkada kalman daha sağlıklı, ayı seni görürse biz kovalamadan kaçar. Malum bu tipe insan bile dayanamıyor." 

Ve bingo. Ekin nokta atışı yaparak Rüya'yı beyninden vurmuştu. Rüya'nın tüm damarlarının bir ok gibi dışarı fırladığını ve elindeki sopayı yumruk yaparak sıkmaya başladığını göremesem de hissedebiliyordum. Tabii Rüya bu duruma sessiz kalabilecek biri değildi. 

"Narin mi? Narinmiş. Senin mi vücudun narin? O kasları gösteriş olsun diye mi yaptın?" 

Rüya'yı görmesem de gözlerini kıstığını hissedebiliyordum. Bu görüntüyü merak ettiğim için arkamı döndüm. Arkamı döndüğümde Alara önümü göremeyeceğimi anlamış olacak ki beni kolumdan tutarak yönlendirmeye başladı. 

Ekin ellerini vücuduna siper ederek "Sen benim karın kaslarımı mı izliyorsun?" dedi ve bir bingo atışı daha yaptı. Rüya'nın önce beynine kan gitmedi ama ardından sinirinden çığlık atmaya başladı. Tartışmaları bir süre daha devam ettikten sonra Ekin Rüya'yı önüne alarak en arkaya geçti. Ne kadar Rüya ile dalga geçse de sonunda Rüya'yı koruyan hep o oluyordu.

Bir süre daha yürüdükten sonra Kayra yola çıktığımızdan beri süregelen ölüm sessizliğini bozdu.

"Bulduk!" diye bağırdı sevinçle. Ben bir adım yana kayıp Kayra'nın yanında durduğumda baktığı yöne baktım. Arkadakiler ise öne çıkarken karşılarındaki şeyle büyülendiler. Berrak bir su tüm umutlarımızın tükendiği anda karşımıza çıkan bir çanta dolusu para gibiydi. 

Herkes hücum edercesine suya doğru koştu. İçimde tarif edilemez bir mutluluk vardı. Her zaman suyu, öylesine israf eden biri olarak bu saatten sonra çokça akıllandığımı fark edebiliyordum. Suya yavaşça ve gülümseyerek yaklaştım. Şu anda biri bizi görse halimize gülerdi ama biz bu durumu umursamıyorduk. Hepimiz karnımız patlayana kadar temiz sudan içtik. Ellerimizi ve yüzümüzü yıkadık. Sonunda suyun yanına oturup bir süre sakinleştirici sesini dinledik.

"Kimse yanında suyu taşıyabileceğimiz bir şey getirmedi değil mi?" diye sordu Vera. Herkes kafasını sağa sola salladı. Zaten suyu taşıyabileceğimiz herhangi bir şey var mıydı onu da bilmiyorduk.

"Su bize çok uzak değil zaten. Yerini de öğrendik. Gelip taşırız." dedi Kayra. Vera kafasını aşağı yukarı salladı. Yanımda oturan Alara'ya baktım. Herkesin aksine yüzünde hüzünlü bir ifade vardı.

"İyi misin?" diye sordum yüzüne bakarak. Karşıya bakmaya devam ederken konuştu. "İyiyim. İyiyim ama umarım bu suya ihtiyacımız olacak kadar burada kalmak zorunda olmayız. Bugün su aradık, yarın yiyecek aramaya düşeceğiz, diğer gün kendimize barınak yapmak zorunda kalacağız. Bunları düşündükçe sanki buradan hiç kurtulamayacakmışız gibime geliyor." 

Alara'nın söylediği her şey harfi harfine doğruydu. Kafamı onun masum mavi mavi bakan gözlerinden çevirdim ve sudaki yansımama odaklandım. Herkes tekrardan sessizliğe gömüldü. Alara haklıydı çünkü ve bu haklılık hepimizi korkutuyordu. 

Bir süre daha nehrin kenarında bekledik. Dalga sesine nazaran bir sus sesinin akışını dinlemeyi tercih ederdim.

"Duyduğumu sizde duydunuz mu?" diye sordu Kaan yerinde dikleşip kulaklarını geriye doğru hareket ettirerek.

"Ne duydun?" Barlas dikkatini Kaan'a verdi. Herkes kulaklarını dikip Kaan'ın duymuş olduğu sesi dinlemeye başladı. Duyduğum sesi tam olarak ayırt edemiyordum.

"Sanki bir şeyin motoru mu çalışıyor?" diye sordu Vera. Hızla kafamı ona çevirdim. Gerçekten de öyle miydi? "Sanki bir geminin?" gözlerim kocaman açıldığında ilk tepkiyi verip ayaklanan ben oldum. İkinci günün akşamına yaklaştığımızda bizi bulabilecek olan birilerinin imkansız olduğunu düşünüyordum ama galiba buradan kurtulmak sandığımız kadar zor değildi.

"Birileri geldi!" diyerek bağırdım. Herkes benimle beraber ayaklanırken önce boş boş birbirlerine baktı.

"Bakmayın öyle." dedim büyük bir adrenalinle. "Koşalım!" 

Herkes koşun emrini beklermiş gibi hemen harekete geçti. Bacağımdan dolayı hızlı koşamayacağım belliydi. Ben arkada kaldığımda diğerleri benim için yavaşladı.

"Hızlıca koşun, gemiye yetişin. Ben geliyorum." dedim ve var gücümü topladım. 

"Siz devam edin, ben Duru ile arkadan geleceğim." dedi Vera gelip koluma girerek. Ona gülümseyerek baktım.

"Galiba kurtulduk."

"Kurtulduk."