Bir Garip "PE" Masalı

 
 

BİR  GARİP “PE” MASALI

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellâl iken; uzaklardan da uzak, yakınlardan da yakın bir ülke varmış. Etrafında aşılması gereken dağlar, dere tepe düz gidilmesi gereken yollar olan; uzaklardan uzak, yakınlardan yakın bir köy varmış. Bu köyün bir tarafı bataklık, bir tarafı ormanlık olan kulübesinde korku, endişe ve acıyla birlikte yaşarmış. Endişe yanı başında dururken, acı kapının önünde bekler dururmuş. Zamansız zamanlar boyunca sürüp gitmiş bu garip durum. Korku, endişeyi kapının önünde bekleyen acının yanına ne zaman göndermek istese, endişe bir duvar gibi dikiliverirmiş korkunun karşısına. Hâl böyle olunca, endişe duvarıyla yaşamak olağan gelmeye başlamış korkuya.

                Öyle ki, ormanın derinliklerinde bütün pırıltısıyla, kendisini izleyen sevgiyi hiç fark etmemiş korku. Oysa bataklığı izlemeyi bırakıp, gözlerini bir kere de ormana çevirse sevgiyi görebilecekmiş. Sevgi, bıkıp usanmadan her gün görmeye gelmiş korkuyu. Parlayıp durmuş karanlık ormanın ortasında, fark edilebilmek umuduyla.      

                Hangi gün olduğunun çok da önemli olmadığı, herhangi bir günde, korku bakışlarını ormana doğru çevirmiş. Korkunun buğulu bakışlarına sevginin pırıltısı yansımış. Bir an gözlerindeki karanlık , yerini yıldızlara bırakmış; ama sadece bir an… Endişe bir perde gibi inivermiş aralarına, gitmiş gözlerindeki çakmak çakmak parlayan yıldızlar. Karanlıkların en koyusuna gömülmüş. Bu karanlığı fırsat bilen acı, bütün gücüyle kapıya vurmaya başlamış. Çaresiz, açmış kapıyı korku. Acı, adeta zaferinin tadını çıkarırcasına, yavaş yavaş ilerleyip, baş köşeye yerleşmiş.

                Olanları seyreden sevginin gözlerindeki yıldızlar gitmek için hazırlanırken, umut gelivermiş yanına. Usulca fısıldamış:

                “ Vazgeçmee… “

                Sevgi umutla gülümserken, gözlerindeki yıldızlar daha güçlü parlamaya başlamışlar. O andan itibaren umut, sevginin yanından hiç ayrılmamış. Sevgi ve umut peş peşe ormanın derinliklerine doğru ilerlemişler. Az gidip uz giderlerken, endişeyi aşıp korkuya nasıl ulaşabileceklerini düşünüp durmuşlar. Umut yine usulca fısıldamış:

                “ Vazgeçmee… “       “ Ben hep buradayım. “

                Umudun verdiği cesaretle ne yapacağını biliyormuş artık sevgi. Acıdan ve endişeden daha az cesur değilmiş sonuçta. Hatta onlardan çok çok güçlüymüş. Evet… Vermiş kararını. Artık uzaktan bakmak yokmuş, en yakınına kadar gidecekmiş.

                Gitmiş…

                Yaklaşmaya başladıkça parlaklığı artmış, artmış, artmış… Sevgi en temiz hâliyle seslenmiş: “ Buradayım bak, yanı başında… Gör beni… “ Korku duymuş sevginin sesini, çıkmak istemiş karanlık kulübesinden. Bakışlarını sevgiye çevirdiğinde, o pırıltı, karanlığa alışkın gözlerini kamaştırmış; ama yine de gitmek istemiş. Bu istek karşısında endişe ve acı durmamış elbette. Endişe dikilmiş yine karşısına; acı kapıyı yumruklamaya başlamış en şiddetlisinden. Onca istemesine rağmen yapamamış korku, çıkamamış. Tekrar aynı koyu karanlığına bürünmüş.

                Olanları izleyen sevginin içi sızlamış. Onu, o karanlığın ortasında bırakamazmış. En sıcak hâliyle tekrar seslenmiş:

                “Buradayım bak, yanı başında… Gör beni… “

                Daha fazla karşı koyamamış korku, yıkamadığı endişe duvarının üzerinden atlamış, ulaşmış kapıya. Ama ne fayda! Acı sarmış hemen ruhunu. Aldırmamış sevgi gördüklerine, gülümsemiş ışıklar saçarak. Yıldızlar sevinçle, korkunun gözlerine yerleşmiş. Acı daha sıkı sarılmış.

                “Hadi” demiş umut, “ Uzat ellerini. “

                Uzatmış sevgi ellerini korkuya doğru.

                Beklemiş… Beklemişş… Beklemişşş…

                Korku, bir anlığına da olsa, benliğini saran acıyı unutup, uzatmış ellerini. Sıcacıkmış sevgi. Korkunun yüzü sevginin pırıltısıyla aydınlanmaya başlarken, acı sıkıvermiş kalbini, hatırlatmış kendini. Çekmiş korku ellerini, yüzündeki aydınlık, gözlerindeki yıldızlar kayboluvermiş. Endişe, ruhundaki acıyla birlikte korkuyu, karanlık kulübesine itmiş. Kapatmış tüm kapıları, pencereleri.

                Umut, içi sızlayan sevginin ellerini sıkı sıkı tutmuş. Karanlık kulübeyi yıkıp, korkuyu oradan nasıl çıkaracaklarını düşünürlerken, şefkat  çıkagelmiş. Bir yanında umut, bir yanında şefkatle  kendini çok daha güçlü hisseden sevgi,tekrar kulübenin yolunu tutmuş.

                Yaklaşmış… Yaklaşmışş… Yaklaşmışşş…

                Korkudan önce endişe ve acı fark etmiş sevginin varlığını. Endişe hemen duvarını örerken, acı en gürültülü hâliyle vurmaya başlamış kapıya. Korku, etrafındaki bu telaşeden, sevginin yakınlarda olduğunu anlamış. Yakınlık içini ısıtmış, gözleri yıldızlanmış tekrar. En saf, en temiz hâliyle seslenmiş sevgi:

                “ Yine geldim. Senin için geldim. “

                Duydukları korkuya huzur vermiş. İçini tatlı bir sevinç kaplamış. Yıkmış bu sefer duvarı, üzerinden atlamak yerine. Koşmuş sevgiye doğru.  Ama acıya yakalanmaktan kurtulamamış. Sarmış yine benliğini acı, tüm gücüyle hatırlatmış kendini, sevgi karşısında gücünü kaybettiğinin farkında olmadan. Aldırış etmemiş korku. Sevginin uzanan ellerine bakmış, uzatmak istemiş ellerini, çok istemiş. Birleşmiş elleri. Acı haykırmış: “ Ben buradayım! “ Nefesi kesilmiş korkunun, acıyla sıkmış sevginin ellerini. Canı yansa da çekmemiş ellerini sevgi. Canı yandıkça daha sıkı sarılmış korkuya, onu o karanlıkta bırakamazmış. Sevgi korkuya sarıldıkça, şefkat ve umut eşlik etmeye başlamışlar. Sarıp sarmalamışlar birbirlerini, bütün olmuşlar.

                Şefkatle fısıldamış sevgi:

                “ Senin için buradayım… Senin için… Senin için… “

                Gevşemiş korku. Sevgi şefkatle okşamaya devam etmiş.

                “Senin için…” “ Senin için…” “Senin içinn…”

                Korku teslim olmuş sevgiye. Acı sıyrılmaya başlamış benliğinden, tutunamamış. Acı uzaklaştıkça, korku parlamaya başlamış.

                Parlamış… Parlamışş… Parlamışşş…

                Ve, en nihayetinde korku sevgiye dönüşmüş. Dönüştükçe parlamış. Dönüştükçe, acı ve endişe, yıkılan karanlık kulübenin içinde yok olmuşlar. Dönüştükçe, bataklık kurumuş, üzeri çiçeklenmiş en renklisinden.

                Güzel duygular dans etmeye başlamış birbirleriyle. Huzur tam ortalarında, ellerini tutarak, onları çiçeklerin içine doğru sürüklemiş. Güneş, mutluluğa bürünerek başlarının üzerinden selamlamış. Rüzgâr, dostluğu estirerek okşamış tenlerini. Etraflarında dönen kuşların kanat çırpışlarından, muhabbet yağmış üzerlerine…

                Gökten üç elma düşmüş. Biri bana, biri sana, biri de duvarlarını yıkıp sevgiye dönüşebilen tüm insanlara…

Pınar Erdoğan