BEYAZ GİBİ

 

BEYAZ GİBİ

Hüzün bulutları küme küme gözlerine yerleşti. Gülüşünde yedi rengi bulduğu adam, gözlerinin içine baka baka; “Seni istemiyorum.” diyebilmişti. Tanrının  gücüne gitmeyecek bir intihara teşebbüs eder gibi, sigarasından derin nefesler çekerek zifiriye doğru dumanını üfledi. Şişenin dibinde kalan son şarabı da bir dikişte bitirip, dönen başını ellerinin arasına alarak bir müddet zamandan, mekandan kopmuş hâlde kaldı. Ne yaptığının farkında olmadan kağıt kalem çıkarıp yazmaya başladı.

“Senin için bir çocuğun pastel boya kutusundaki beyaz renkten bir farkım yok. Kutunun içinde öylece duran, olmasa da olan… Varlığı da yokluğu da önemli olmayan… Belki arada bir diğer renkleri canlandırmak için kullanılan. Hepsi bu kadar… Sevgi olup üzerine yağarken, hiçbir damlam sana dokunmasın diye, çelikten örülmüş pelerininle sımsıkı kapattın kendini. Her seferinde duvarlarına çarptım. İnsanlığımın kemikleri kırıldı. Kırık döküğüm. Halsizliğime rağmen yağmaya devam ettim. İzin verseydin sevgi damlalarım her bir zerreni öpecekti. İyi olacaktın inan. Yaraların geçecekti. Canın yanmasın diye elimi sürmediğim, uzaktan üfleyerek acısını dindirmeye çalıştığım yaraların. Olmadı… “ Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir.” demiş şair. Değilmişim… Ayağına taş değmesin… Hoşça kal…

Saatine baktı. Epey geç olmuştu. Her şey için…

 

                                                           Pınar ERDOĞAN