Beyaz Atlı Delikanlı
Bir zamanlar ne istiyorsa onu giyen bir kız vardı. Onun giyinmekten anladığı şey öteki kızlarınkinden farklıydı, onun giyinmek dediği olayın asıl kahramanları; çizmeler, pantolonlar, kravatlar ve gömleklerdi.
O zamanlar kızların eteklerinin altında sıkıca bağlanmış korseler ve kat kat iç etekler giymeleri beklenirdi. Bu kıyafetlerin içinde hareket etmek bir yana dursun nefes almak bile çok zordu. Onun annesi ve babası, onun arkadaşlarının annesi ve babasının aksine kızlar dahi herkesin istediğini giymesi gerektiğini düşünüyordu. Kendi kendisini yetiştirmiş bir doktor olan babası, çocukların özellikle sıcak ve nemli yaz aylarında rahat pantolonlar veya gömleklerle çok daha mutlu, sağlıklı olacağına inanıyordu. Kızı bu yüzden çok mutluydu, zaten herkesin erkek kıyafeti diye tabir ettiği kıyafetleri çok seviyordu.
Yelkovan akrebi, akrep ise saatleri kovaladı zaman sular seller gibi aktı gitti. Kızımız gözlerimizin önünde serpildi, kocaman delikanlı kız oldu. Yaşadığı küçük kasabada herkes kıyafetleri yüzünden onu oğlan çocuğu gibi gördü ve o şekilde davrandı. Onu uzaktan gören kimse kız demezdi, ta ki şapkasını çıkartıp beline kadar uzanan yeni yanmış başak rengindeki o mücevher gibi parıldayan saçlarını salındırasıya kadar. İşte o an kimse onu erkek gibi görmez hatta göremezdi. Çünkü ruhu özgür bir ırmak gibi canlı ve parlaktı. Ona göre üstüne giydiği şeyler sadece basit kıyafetlerden ibaretti, bu basit kıyafetler onun cinsiyetinin, yaptığı işlerin, olduğu kişin vb. durumların önüne geçmemeliydi, ama olmadı. Zaman ilerledi kız gittikçe güzelleşti fakat hala aynı görüntüye sahipti ama bu sefer bir şeyler daha farklıydı, daha özenliydi. Önceleri giymiş olduğu gömleği ütülemek ona külfetmiş gibi gelirdi, kravatın rengini pantolonuna uydurmak manasız ve saçma gelirdi şimdi ise ütüsüz gömlek giymez, rengi uymayan kravat takmaz olmuştu. Kızlarının bu durumu ailesinin gözünden kaçmadı ve babası bir gün kızını kenara çekip konuşmak istedi. Son zamanlarda yaptığı birtakım değişikliklerin nedenini sordu. Kız ilk önce utandı daha sonra ise babasının ısrarına dayanamayıp ona genç bir erkekle görüştüklerini ve ona aşık olduğunu anlattı. Babası da tıpkı kızı gibi heyecanlandı hemen çocukla görüşmek istediğini kızına belirtti. İşler ilerliyor ve kız gittikçe umutlanıyordu. Fakat işler çocuğun ailesiyle aynı düzeyde ilerlememeye başladı çünkü oğlanın anne ve babası kızın dış görünüşünden ötürü onu yargılayıp hiçbir ‘genç hanımefendinin’ böyle olmaması gerektiğini oğullarına söylüyorlardı. Oğlan hem ailesinin hem de etrafındaki insanların ona göstermiş oldu sert eleştirilere daha fazla dayanamayarak kıza bir mektup yazıp ondan ayrılmaya karar verdi. Kızın bu durumu öğrenince perişan olup yataklara düşeceğini fakat daha sonrasında hemen kendisini toparlaması gerektiğini sağlayacak bir metin yazıp kıza gönderdi. Mektup kızın eline ulaştığında kız neler olduğunu anlayamadı daha sonrasında mektubu açtı ve okumaya başladı, mektubun içerişinde yazan bütün hakaret dolu tümceleri de temennileri de okudu ve daha sonra tanrı tarafından ona bahşedilmiş olan güzel çehresinde kocaman bir gülümseme oluşturdu bir kahkaha patlatıp kağıdı yırttı, odasından kumsalda yürürcesine çıkıp atların olduğu bölüme geldi. İçlerinden beyaz atını seçip sırtına atladığı gibi ait olduğu kırlara doğru yol aldı. Giderken ise aklında tek bir soru vardı, bu insanların hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemedikleri ne dertleri vardı ve bu yüzden bedeninin bir yerlerinde artık geçmişi acıyordu, galiba.