Ait Olduğun Yer

1 Sene Sonra

 

Nilüfer öğlen güneşi altında heyecanla kıpırdanan uçsuz bucaksız denize dikti bakışlarını. Bu sahil kasabasına geleli neredeyse bir sene olmuştu. 

 

Nergis’in anlattığına göre annelerinin adı Başak babalarının ismi ise Serdar Akıncı idi. Annelerini ikisi de henüz çok küçükken kaybetmişlerdi. Sebebinin ağır bir hastalık olduğunu söylemişti ablası. 

 

Onlara bir süre babaları bakmış ve ardından yoğun olan işleri yüzünden kızlarını annelerinin dadısı Şeker Hanım’a emanet etmişti. Aylar sonra ise babaları geri dönmüş ve yanına sadece Nilüfer’i alarak evden ayrılmıştı. O günden sonra Nergis Nilüfer’den haber alamadığını babasının ise aradan geçen üç yılın sonunda eve döndüğünü söylemişti. Nergis babasına Nilüfer’i sorduğunda ise babası küçük kardeşini kaybettiğini ve bir daha onu görmeyeceğini söylemişti. Buna rağmen ablası bulduğu ilk fırsatta onu bulmak için gerekli olan her yere başvurduğunu ve bu çaba ne kadar sonuçsuz kalırsa kalsın asla pes etmediğini söylemişti. Başını ne zaman yastığına koysa aklına onun geldiğini, yemek yerken acaba karnı aç mıdır diye onu düşündüğünü ve bunca yıl birlikte geçirdikleri o kısıtlı anılarla yaşadığını anlatmıştı. 

 

 Nilüfer geçmişiyle ilgili duyduğu bu gerçekleri ne kadar içselleştirmeye çalışsa da kendini sanki yabancı birinin hayat hikayesini dinliyormuş gibi hissediyordu. Ablasının anlattığı onca şeyin içinde aklına takılan tek bir şey vardı. O da babasının kızını kaybetmiş bir adama göre fazla hissiz olmasıydı. Onu tanımıyordu ama geceleri durmadan rüyasında gördüğü baba diyen ağlayan küçük kızın artık kendisi olduğundan tek bir şüphesi kalmamıştı. Nergis’in anlattıkları doğruydu ama eksikti. Ve bu eksik parçalar ise Nilüfer’in hatırlamaktan ölesiye korktuğu kayıp hafızasında saklıydı. Bir de onu tıpkı değersiz bir eşya gibi kaybeden babasının. Ne olmuştu gerçekten?

 

Düşünceli bakışları gökyüzünde uçuşan yaramaz martıları bulduğunda dalgaların hırçın sesleri genç kızı içine düştüğü karanlıktan ansızın çekip çıkarıverdi. Haziran ayının en güzel günlerini yaşıyorlardı. Evlerini biraz ötesindeki bu tenha koy orayı keşfettiğinden beri en sevdiği uğrak mekan haline gelmişti. 

 

Bazen dalgaların kıyıyla buluştuğu zemine kadar ilerler suyun tenini okşamasına izin verirdi. Ve bunu yaparken de bakışlarını kıyı ve ufuk çizgisinin birleştiği noktaya çevirir dalıp giderdi. Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Üzerindeki beyaz elbisenin eteklerini sıkıca tutmuş hiçbir şey düşünmeden öylede denizi seyrediyordu. Elbisesinin etekleri kısa bir an ellerinden kayıp gittiğinde ayaklarını okşayan beyaz köpüklerle adeta bütünleşmiş gibi görünüyordu. Aklına ablasının ona verdiği isim geldi birden. 

 

-Dalgaların Kızı’ 

 

Gülümseyerek denize arkasını döndü ve sahilin sıcak kumlarının ayaklarını ısırmasına izin verdi. Evden habersizce çıkmıştı. Ve ablasını meraklandırmak istemediği için aceleyle koşmaya başladı. 

 

Fakat farkında değildi ki açık sarı renkteki yumuşak kumlarının arasında aceleyle koşarken ardında bir yele gibi uçuşan saçları ile etrafına gerçek olamayacak kadar güzel bir izlenim bırakıyordu. Ki biri çoktan bu izlenimin hayranı olmuştu bile. 

 

Kumsalın dışına bıraktığı sandaletlerini ayaklarındaki kumları silkeleyerek giydi. Ve çarşıya çıkan kilit taşlı yolu takip etmeye başladı. 

 

Burada geçirdiği bir yıl boyunca oldukça güzel ve ilginç deneyimler yaşamıştı. Kendinde fark ettiği en büyük değişim ise daha fazla gülüyor olmasıydı. Çarşıdaki dükkanlar bu saatlerde yeni yeni müşterilerini ağırlamaya başlamışlardı. Çoğu balık ve et restoranıydı. Bunların içinde çiçekçiler ve bir çok hediyelik eşya dükkanı da vardı. Bunun sebebi ise yalnızca deniz değil kasabanın derinliklerinde sakladığı doğal ve tarihi mirastı. Özellikle ilkbaharla birlikte yoğun bir turist akınına uğruyordu bölge. Halk ise bundan gayet memnundu. 

 

Düşüncelere dalmış evlerine çıkan yokuşa doğru ilerlerken bacaklarına temas eden soğuk suyla bir an irkilse de gülümseyerek başını kaldırdı ve çiçekçi dükkanının sahibi Mehpare teyzenin mavinin en tatlı tonundaki gözleri ile bakıştı. 

 

-Kolay gelsin Mehpiş.’ 

 

-Kolaysa başına gelsin güzel kızım her yanını yine kum etmişsin bakıyorum.’ 

 

Nilüfer mehpare hanımın hortumundan dökülen suyla bacaklarındaki kumları ovuşturarak temizlediğinde kendini çok daha ferah hissediyordu.

 

-Sayende ablamdan azar işitmiyorum Mehpiş. Sana ne kadar teşekkür etsem az.’ 

 

Mehpare hanım gamzeli yanakları ile genç kıza tatlı tatlı gülümsedi.

 

-Her zaman ayol. Bu arada yeni çiçeklerim geldi. Aralarında aslanağzı ve kamelyalar da var. Nergis sormuştu geçen gün. 

 

-Tamam mehpiş ablama çıtlatırım mutlaka. Ben artık gideyim. Hayırlı işler.’

 

-Sağol çiçek kızım görüşmek üzere’

 

Nilüfer eve vardığında demir kapıyı cebindeki anahtarla açıp içeri doğru süzüldü. Evin fazlasıyla sessiz halinden Nergis’in yine atölyesine kapandığını tahmin edebiliyordu. Nergis oldukça başarılı bir ressamdı. Genç kız da sanatı severdi ama onunki biraz farklı bir boyuttaydı. Yani en son bitirdiği tablo aklına gelinde içten içe kahkaha attı. Çünkü bu nü bir tabloydu. Ama asıl sorun bu değildi. Ablasının nişanlısı ve bir zamanlar doktoru olan sevgili eniştesine göre Nergis’in çıplak bir erkek tablosu çizecek olmasının düşüncesi bile genç adamı delirtmişti. Hatta hatırladığı kadarıyla şunları bile söylemişti.

 

-Benden başka bir erkeği tüm çıplaklığı ile çizmen sen de biraz fazla değil mi? O halde ben de kadın doğuma geçiş yapacağım. Böylece ödeşiriz.’

 

Ogün ve Nergis gerçekten eğlenceli bir çiftti. Yaz sonunda düğün yapmayı planlıyorlardı. Fakat planlama konusunda biraz yardıma ihtiyaçları vardı. Burada da en büyük yardımcıları şüphesiz ki Nilüferdi. Organizasyon konusunda etkileyici bir doğal beceriye sahipti. Hatta Nergis bu becerisini profesyonel manada da değerlendirmesini önermişti. Yine de Nilüfer bu konuda daha çekingen davranmayı tercih etmişti. Kalabalık ortamlarda bulunmak pek de ona göre değildi. 

 

Doğrudan odasının yolunu tuttuğunda dar koridordan geçerken ablasının atölye olarak kullandığı odanın açık su yeşili kapısı rüzgarla havalanarak açıldı. Ve atölyeden yükselen konuşma seslerini ilişti kulağına. Bakışları kapı aralığından ona arkası dönük olan genç kadını gördü. 

 

-Bunca zaman sonra beni aklına getirip aramış olmana şaşırdım. Ne söyleyeceğini gerçekten merak ediyorum.’

 

.....

 

Karşı taraf oldukça uzun bir açıklama yapıyor olacaktı ki odayı ahizeden duyulan belli belirsiz bir erkek sesi kapladı. 

 

-Nişanıma seni çağırmamış olmam bu kadar önemli bir olay mı baba? Biz zaten hep böyle değil miydik?’ 

 

.....

 

-Evet sen benim babamsın ama bizim öyle normal bir ilişkimiz hiç olmadı. O yüzen görüşmemek ikimiz içinde daha iyi. Sana o çok önemli işinle mutluluklar dilerim.’

 

Ablası kapattığı telefonunu sinirle masaya fırlattı ve gözlerinde biriken yaşları serbest bıraktı. Sessiz olmaya özen göstererek bir süre içini döktü ve ağladı. Onu bu kadar özlüyorsa neden öfke duyuyordu ki? Tam bu sırada açık pencereden esen rüzgar önündeki kapıyı daha da araladı ve loş koridor ışıkla doldu. Ablası başını kaldırıp gözlerini onun üzerine diktiğinde mahçup bir ifade ile kalakaldı. 

 

-Be..ben dinlemek istememiştim. Affedersin.’