32.Bölüm
Yoğun geçen günün ertesinde sabah toplantı modunda oturulmuş ama amaç toplantı değil günün içeriği olmuştu. Altı gün geride kalmış, baskı iyice artmış, ortada ne katil nede delil vardı. Panoya bakıp herkes bir ipucu arar olmuştu. Musa’nın ölümü olayı iyice çıkmaza sokmuştu. Anlatacağı çok şey olduğuna inanılıyordu. Onu öldüren ne derece önemli şeyler bildiğini, yaptığı hamleyle zaten ortaya koymuştu. Şimdi izleri takip edip ona ulaşmak gerekiyordu.
Balaban alnını ovuşturarak; “bugün Ceren Tekke ile görüşeceğim. Şu intihar eden Kemal’in ablası. Dün aramıştı. Ne işimize yarar bilmiyorum. Aradan çıkartalım.”
Baş komiser; “mobese izinleri alındı. Öğlene kadar elimize geçmiş olur. Dikkatlice izleriz görüntüler gelince.” Sorumluluğunun arttığını hissediyordu. “Yalanlarla dolu bir basın toplantısı daha yapmak istemiyorum.”
Bilgisayarında sayfalarca araştırmalar içinde boğulan Sinan; “beklediğimiz bileklik inceleme sonuçları da elimizde olur bugün. Ne ifade eder tahmin etmek zor. Umalım da diğer araştırmalar gibi yerimizde saymamızı gerektirmez.”
Umutsuzluk içinde olan diğer isim ise Zeren’di; “komiserim bende sizinle geleyim belki bir işe yararım.”
“Neden olmasın. Kadın kadının halinden anlar. Belki bir şeyler yakalarsın.” Saatine baktı; “hadi çıkalım sahildeki kafede bizi bekliyor olacak. Beklediğimiz haberler geldiğinde bize haber verirsin Sinan.”
“Emredersiniz komiserim.”
Arabaya binip sahile doğru ilerlemeye başladılar. Hava yine sıcak, sabahın bu saatlerinde yine kalabalık yüksek seviyedeydi. Ceren bu konu hakkında bir şeyler biliyor olabilir miydi? Bir şekilde olaya giriş bölümünü bulamıyorlardı. Çorap söküğü gibi devam eden bir açık bulma şansına bir türlü erişememişlerdi. Kaçırdıkları bir şey var mı? Onu bile bilmiyorlardı. Daha katilin cinsiyeti bile belli değildi. Olaylar iç içe geçmeye çoktan başlamıştı. Düşündükçe her şey karışıyordu. Katil bir duvar boyasıyla bütün her şeyin üstünü örtebiliyordu sanki. Balaban form tutmak için yürüyüş yapan insanları geçerek buluşma alanına ulaşmıştı. Arabayı park edip, sahildeki kafede kahve içen Ceren’i görmüştü. Ağır adımlarla masaya ulaşıp;
“Merhaba Ceren hanım, ben komiser Balaban. Bu da komiser yardımcısı Zeren. Geldiğiniz için teşekkürler.” Sandalyeleri çekip oturdular.
“Rica ederim ne demek. Konuşmak istemişsiniz. Babam arayıp haber verdi. Bende zaten bu günlerde dönecektim. Biraz daha erkene aldım.” Kız çok sakin ince sesli otuzlarının sonunda biriydi. Kahvesine şeker atmamıştı. Fincanın yanındaki ikram çikolatayı da yememişti. Bayanlar için sağlıklı beslenme erkeklere oranla daha önemli gibiydi.
“Babanızla yaptığımız görüşmede Kemal’in intiharı sizi epey ruhsal anlamda etkilemiş ve Nesrin’e çokça kin beslemişsiniz. Amacımız yaralarınızı deşmek değil, kaybınız için gerçekten çok üzgünüz. Bunun için başınız sağ olsun.”
“Teşekkürler komiser. Eksik olmayın. Kardeşimin ölümü beni tabii ki de derinden etkilemeliydi. O benim canımın bir parçası. Ne için kim için bunca acıyı bize yaşattı? O toprağın altındayken o kadının nefes alması elbette benim moralimi bozacaktı. Ama ilahi adalet buna izin vermedi.” Masmavi gözleri, esmer teninde dibi görünen şeffaf denizlere benziyordu. “Kim nasıl öldürmüş? Bir haber var mı?”
“Bizde bunun için geldik. Kim olduğu henüz belli değil. Zehir kullanarak gerçekleştirmişler. Sizin bu olayla bir ilginiz var mı?” Balaban soruyu öylesine ortaya atmıştı. Cevabı çok belliydi.
“Böyle bir şey olması mümkün değil. Onun ölümü beni mutlu etti mi? Bunun cevabı bile muallak. Oysaki beklediğim son buydu. Ama benim içimdeki acı dinmiyor. Onun ölmesi, benim kardeşimi geri getirmeyecek. Sevmenin bedeli hiçbir yerde ölüm olmamalı. İyi insanlar böyle sonları hak etmiyor komiserim. Bir hiç uğruna insanlar ölmeye ne kadar devam edecek?” Ceren’in gözleri dolmuştu. Konuşurken sesi titremeye başlamıştı. Balaban anne acısını biliyordu ama kardeş acısını tahmin etmekte zorlanıyordu. Karşısındaki sadece kardeşinin intihar etmesine bir türlü alışamayan sevgi dolu bir ablaydı.
“Babanızın söylediğine göre birçok şeyini size anlatırmış. Onu neredeyse siz büyütmüşsünüz. Bu olanlar yaşanmadan önce size neler anlatırdı?” Balaban yara deşmekten başka bir şey yapmadığının farkındaydı.
Hüzünlü ses tonuyla kız; “bilindik şeyler. Böyle bir şey hak etmediğini, aldatılmayı hazmedemediğini, bunu unutmanın kendisi için çok zor olacağını söylüyordu.”
“Alkollüyken onu hiç aradı mı? Tehdit falan etti mi? Böyle şeyler duymuş olma ihtimaliniz var mı?” Balaban sordukça Zeren deftere sürekli bir şeyler karalıyordu.
“Çok fazla alkol içmeye başladığı doğru. Ama aldatıldığını öğrendikten sonra onu sadece bir kere aramış ve öğrendiğini, bunu affedemeyeceğini söyleyip telefonu kapamış. Bir daha aramadığını söyledi ama gerçeği bilme şansım yok.”
“Elinizde fırsat olsa onu siz öldür müydünüz?”
“Komiserim beni neyle suçladığınızı biliyorum. Dışardan olayların nasıl göründüğünü de biliyorum. Ama can almak öyle kolay bir şeymiş gibi durmuyor. Sorunuzun cevabını hayır olarak veriyorum. Ben can alamam. Ama berbat bir yaşantı geçirmesini elbette çok istedim. Çünkü o benim canımı söktü aldı. Ve mutlu olmaması gerekiyordu.”
“Öncelikle sizi herhangi bir suçla suçlamıyorum. Sadece yapılması gerekenleri, yapmak zorunda olduklarımı yapıyorum.” Balaban’ın düşündükleri gerçekleşmeye başlamıştı. Kızdan işe yarar hiçbir şey çıkmıyordu. “Musa Dağ ismi size bir şey ifade ediyor mu?”
“Hayır, etmesi gerekiyor mu?” Kız gözlerini kısıp ismin kim olduğunu merak edercesine sormuştu.
“Önemli bir şey değil.” Üstün körü geçiştirmişti. “Kardeşinizin bu tarz bir şey yapacağı aklınıza gelir miydi?”
“Ebette hayır. Alkolik olması yapabileceği en büyük hataydı. Daha ileriye gitmesi bizim için sürpriz oldu. Günlerce eve gelmez, telefonları açmazdı ama intihar onun yapabileceği bir şey değildi. Daha hayatının baharında ünlü bir oyuncu olmuştu. Önünde apaydınlık bir gelecek vardı.” Ceren elindeki peçeteyle gözyaşlarını silmekten gözünde rimel kalmamıştı.
“Nesrin’in ailesi onu düşman olarak gördüğünüzü belirtti. Neden böyle bir açıklama yapmış olabilirler?”
“Kardeşimin cebinden çıkan mektubu ona ulaştırmıştım. Ve o an ona bazı tehditler ve küfürler etmiş olabilirim. Morali bozuk görünüyordu. Olanları ailesine o şekil anlatmış olabilir. Ve bu benim hiç umurumda değil.”
“Kendini size affettirmek için hiçbir şey yaptı mı?”
“Bir keresinde eve gelmek istedi. Konuşmak istediğini falan söylüyordu. Kapıdan kovmuştum. Zaten affedilecek bir yanı yoktu. Ne yapsa gereksiz olacaktı. Bir daha da onu ne gördüm ne de sesini duydum.”
Balaban kızı daha fazla üzmek istemedi. Yeterince canı yanmıştı zaten. İşin ucundan çıkacak bir şey de yok gibiydi. Acılı bir ablanın yaptığı, konuştuğu şeyler. Kendisi olsa belki aynılarını yapardı. Burada işleri bitmişti. Tabii ki ellerine hiçbir şey geçmeden.
“Sana olanları tekrar hatırlattığımız için gerçekten üzgünüz. Zaman ayırdığın için de teşekkür ederiz. Bu benim kartım aklına bir şey gelirse zaman önemli değil. Her saat arayabilirsin. Bize çok yardımcı oldun.”
“Dediğim gibi komiserim onun ölümünü istedim. Ama bunu yapabilecek kişi ben değildim. Biliyorum ki o kötü bir insandı. Ve eminim ki birçok düşmanı vardı. Bu bir ilahi adalet.”
Balaban ve Zeren hiçbir şey söylemeden dinlediler. Bittiği zaman da arkalarını dönüp arabaya doğru ilerlediler. Zeren; “ne düşünüyorsun?”
“Düşünecek çok fazla bir şey yok. Çünkü bir şeyler düşünmek için bir sebep yok. Harika bir kariyer başlangıcı yapıyorum. Sanırım zirvede bırakmalıyım.” Kendine kızıyor, çıkmaz bir sokağa girmiş de çıkamıyor gibi hissediyordu. Umutlar tükeniyordu.