31.Bölüm

Baş komiser ofise girdi. Ekibi berbat bir halde gördü. “Neler oluyor? Ne kadar ilerledik. Bana ilerlediğimizi söyleyin.”

                Kimseden çıt çıkmıyordu. Kimse ne söyleyeceğini bilmiyordu. Adeta senaryo yazılmışta, senarist açık vermemeye yemin etmişti. Hiçbir ipucu işe yaramıyordu. İnsanların anlattıklarıyla çözüme ulaşılamıyordu. Ne tanık çıkıyordu, ne bir delil. Her şey yarıda kalıyor başa sarılıyordu.

                “Sandalyesinden kalkan Balaban; “maalesef baş komiserim, nereden tutarsak elimizde kalıyor. Kimse suçlu değil gibi.”

                Şaşkınca komisere bakan Menderes; “ne saçmalıyorsun sen? Buda ne demek?”

                “İlerleyemiyoruz. Birileri veya biri evin kapısını kırıyor, içeri giriyor, kocaman bir halatla adamı boğuyor, sonra basıyor gidiyor. Ne arkayı ne önü gören bir kamera var. Mobeseler için izin almanız gerekiyor. Belki bir şeyler yakalayabiliriz.”

                “Bana bakın siz benimle dalgamı geçiyorsunuz? Daha demin canlı yayında bütün ülke beni izledi. Orada kaç tane yalan söylediğimi sayabildiniz mi?” Menderes küplere binmiş işaret parmağını sallayarak herkese öfkesini gösteriyordu. “Beş gün geride kaldı, o kadar insanla konuşup hiçbir şey elde edemediniz mi? Kaç delil laboratuvara gitti? Ne bu? Katil hayalet falanda bizim mi haberimiz yok?” Sakinleşmesi mümkün gibi görünmüyordu.

                “Ne deseniz haklısınız baş komiserim. Elimizden geleni yapıyoruz. Her şeyi ayrıntısına kadar incelemeye çalışıyoruz. Daha dibe vurmadık birkaç sonuç ve haber daha bekliyoruz. İllaki bir yerde bir açık vermiş olması gerekiyor. Bu kadar temiz çalışması mümkün değil.” Balaban baş komiseri sakinleştirmeye çalışıyordu. “Hala zamanımız var. Süre hala dolmadı. Bu iş iyi şekilde sonuçlanacak. Bize güvenin.”

                “İlk vakan diye sana tolerans göstereceğim. Ama yapamayacağını anlarsan bana haber vermeni istiyorum. Hem de en kısa sürede. Başka birileri başka bakış açılarıyla değerlendirme yapabilir. Ben bu makama kolay gelmedim. Kolay kolayda gitmeyi düşünmüyorum.”

                Ofisteki adrenalin seviyesi tam düşmeye başlarken Bekir kapıyı açarak içeri.

                “Yanlış bir zaman mı?” Odadaki gerginlik kokusunu almıştı.

                “Gel Bekir tam zamanı. Bize bir şeyler bulduğunu söyle.” Balaban artık sıkılmış, üzerine gidebilecek bilgiler duymak istiyordu.

                “Elbette komiserim boş dönmeyi hiç düşünmedim. Tabii ki işimize yarayacak bir şeyler aldım geldim.”

                Baş komiser Sinan’ın masasının önündeki sandalyeye oturmuş konuşulanları dinlemeye başlamıştı. Yüzünde en ufak mimik oynamıyordu. Kalın kenarlı gözlüklerini ortadan bastırarak yüzüne tam oturtmuştu.

                Bekir öğrendiklerini anlatmaya başlamıştı. “Şimdi komiserim, evlerin hepsini teker teker gezdim. Çoluktur, çocuktur, yaşlıdır, gençtir elliye yakın insanla ivedi bir şekilde görüşmeler yaptım. Çoğu insanın ağzından çıkan aynı şeyleri dinlemek zorunda kaldım. Musa’nın evine tanıdıkta, yabancıda çokça girip çıkıyormuş. Adam sütçü olduğu için bu da çok normal. Yani adamın bayağı bir müşteri portföyü varmış.”

                Balaban ayrıntıları dinleyecek durumda değildi. “Konuya gir Bekir, çok fazla zamanımız yok. Dışarda can almayı seven biri veya birileri var. Onları bekletmek istemeyiz.”

                “Pekâlâ, tamam. Dört kişiden duyduğum kadarıyla. Musa’ya gelen bir adam varmış. Hepsi de aynı adamı tarif eder gibiydi. Notlarımı aldım. Adam sürekli eve giriyormuş, kavga kıyamet, yüksek sesle tartışmalar falan sonra ellerinde süt olmadan çıkıp arabaya binip gidiyormuş.“

                “Kimmiş bu Musa’nın tanıdığı biri miymiş?” Soruyu soran Zeren’di.

                “Eski bir tanıdık diye tanıtmış adamı. Öyle genç falan da değil ama. Kırklı yaşın üstü yaşlardaymış.” Bekir notlarına bakarak devam etti. “Siyah saçlı, atlet duruşlu muhtemelen sporcu kafasında sürekli beysbol şapkası olan biriymiş. Tartışmanın önemli bir şey olmadığını söyleyip geçiyormuş Musa. Görenlerden ne gibi bir yakınlıkları olduğunu bilen biri yok. Robot resimle belki bir şey bulabiliriz.”

                Araya giren Menderes; “gerek yok mobeseler için ayarlama yaparım. Oradan bakar izleriz. Kimmiş neymiş Sinan çözer o işi. Devam et”

                “Başka önemli bir şey yok gibi. Evlerin arkasındaki çayır çimen de yabancı biri gören yok. Dikkat çeken bir şeylerde yok.” Not defterinin arka sayfasını çevirdikten sonra; “ama bu önemli olabilir.”

                Merakla herkes bakışlarını ona çevirmişti.           

                “Evin kapısı yeni kırılmamış. Musa’nın kapısı çok önceler kırılmış. Yaptırmaya parası olmadığı için kapının arkasına bir sürgü kilit takıp problemi çözmeye çalışmış. Kapı dayanaklı olmadığı için şöyle bir omuzla yüklenilse zaten sürgü yerinden çıkar düşermiş.”

                “O zaman kapıyı kimse kırmamış olabilir. Arkadaki zayıf noktayı bilen tanıdık biri yüklenip saldırıya geçmiş olabilir.” Dedi Balaban. “Peki, ama neden? Baş komiserim mobeselere acil bakmamız gerekiyor.”

                “Pekâlâ, anlaşıldı harekete geçiyorum.” Menderes ofisten çıkıp birkaç telefon görüşmesi yapmak için kendi odasına gidiyordu.

                Ekip odada baş başa kalmıştı. Hepsi panoya bakıyordu. Balaban yaklaşıp keçeli kalemle bir kâğıdın üstüne kocaman bir soru işareti yapıp Musa’nın resminin altına iğnelemişti. Altına da eski tanıdık kim? Yazmıştı.