1

...

Cesetler de konuşur.

...

Ofisine doğru giderken önüne çıkan sandalyeleri sinirle sağa ve sola doğru fırlatıyordu.

"Bu onun normal hali, garipseyerek bakma."

Bunu söyleyen kişiye baktığımda gülümsediğini gördüm. Hayretle yüzüne bakarken hala korkumun geçmediğini fark ettim.

"Bizim patronumuz gerçekten bu adam mı?"

Tanımadığım bu adam, sorduğum sorunun ardından şaşkınca bana baktı. Sonra siyah kabanını çıkarıp astı ve belli bir düzene sahip olan masaya oturdu. Siyah ve kıvırcık olan saçları alnına düşmüş ve siyah gözleriyle bütünleşmişti. Giydiği gömlekten az biraz belli olan pazuları gözler önündeydi. Spor ve bakım bu adam için önemli gibiydi.

Sandalyeye sırtını yaslarken "Bu arada ben James Ripeer, sen yenisin galiba." dedi iki kaşını havaya kaldırıp.

Kirpikleride kırpıştırdığı gözünde uyumla hareket ederken gülümsedim. 

Kafamı onayla sallarken ona doğru yaklaştım ve elimi uzatarak "Evet, Alice Morgen." diye yanıtladım.

James kibarca elimi sıkarken az önce ofisine sinirle giren adam odasının kapısını açtı, ardından ağzında elmayla hiçbir şey olmamış gibi bize doğru gelmeye başladı. James ile beraber bu adama bakıyorduk. 

Adam ağzında ki elmadan bir ısırık alıp parmakları arasına aldı "Hey Ripeer, bugün nasılsın?" diye sordu.

Bu adam James Ripeer'ın tam tersi kumral ve yeşil gözlere sahipti. Geniş omuzları, uzun boyu ve orantılı kilosu ben buranın en yakışıklısıyım diye bağırsada gözlerinin üzerinde yer alan kaşları hep çatık gibi görünüyordu. Parmağında ki alyansı evli olduğunu gösteriyordu. 

Çatık kaşları şaşkınca kıvrılırken bana baktı ve "Sen yeni elemansın. Neydi..." derken elmayı ısırdı ve parmağını şıklatmaya başladı.

Bu hareketi gözümde itici dursada benden üst rütbede olduğu yakasındaki beyaz karttan anlaşılıyordu. 

Elimi bu adama uzatırken "Alice Morgen." diyerek cümlesini tamamamaya yardım ettim.

Uzattığım elimi görmezden gelerek James'in masasının üzerine kaygısızca oturdu. Üstünde ki kaşo ceketini düzeltirken bana bakıyordu. Gözlerimi masam olduğunu düşündüğüm yere çevirip ilerledim. Bakışları hala hareketlerimi takip ediyordu. 

"Bulsicher sokağı 21.cadde Greenwich evinde bir aile katledilmiş."

Masama elimde tuttuğum eşyalarımla dolu küçük kutuyu bırakırken bir kadın dosyalarla birlikte James'lerin masasında belirdi.

"Ben de, Lenny ne zaman gelir diyordum."

Çatık kaş gereksiz konuşmasının ardından adının Lenny olduğunu öğrendiğim kadın "Patron, amirimiz seni odasında bekliyor." deyip bana baktı.

Çatık kaş gözlerini devirip istemsizce masadan kalktı ve elmanın çöpünü çöp kutusuna attı. 

Lenny gülümseyerek yanıma gelirken "Ekibe hoşgeldin Alice, ben Lenny Kate." dedi ve elini uzattı.

Uzattığı eli memnuniyetle sıkarken "Memnun oldum." demekle yetindim.

Uzun açık kumral saçları ve yeşil gözleri ses tonu gibi yumuşaktı. Orantılı omuzları ve ince beli vardı. Giydiği siyah kalem etek bacaklarını oldukça uzun göstermişti. İmrenilesi bir güzelliği vardı. 

"Ripeer ve yeni kız, gidip eve bakın ben arkanızdan geliyorum."

Çatık kaş diğer masaların arasından uzaklaşırken "Adım Alice." diye mırıldandım.

İsmimi söylemek bu kadar zor olmamalıydı. Belli ki aralarında yeni olduğum için inadına yapıyordu. 

James ve ben birlikte ofisten ayrılırken "Texeria hep böyledir ama tanıdıkça seveceksin." dedi içimi rahatlatmaya çalışırcasına.

"Umarım." diyebildim.

James ile FBI binasının otoparkına inmiştik. O anahtarını kabanının cebinden çıkardı ve sürücü koltuğunda yerini aldı. Ben de hemen yanında ki koltukta yerimi aldım.

Ellerimi kabanımın derin cebine atıp her zaman yanımda olan küçük not defterimi çıkardım. Elimde tuttuğum not defterimi dizlerimin üzerine koydum ve parmaklarımla tutup düşmemesini sağladım. Camdan dışarıya baktığımda otoparktan çıkmıştık ve Londra'da yine yağmur yağıyordu. Buranın hava koşullarına alışmak benim için zor olmayacaktı. 

İnsanlar şeffaf şemsiyeleri ile sokaklarda usul usul yürüyorlardı. Trafikte sıkışıp kalan arabaların korna sesleri hakimdi. Geldiğim yerden çok farklı bir kesimde yaşıyordum ve içimde buraya alışma kaygısı vardı. 

"Nerelisin bakalım?" 

James'in sorduğu soruyla gözlerimi ona çevirip "Rusya’nın İyme köyünde doğdum ama Rusya’da büyüdüm, sen?" diye sormuştum. 

James gözlerini yoldan ayırmadan "İtalya, Roma'da büyüdüm." diye cevaplamıştı. 

Trafikte bekle ve ilerle metodu üç defa sürdü, daha sonrasında olay yerine gelmiştik. Kapıyı açıp arabadan inerken siyah ispanyol pantolonumun paçalarını topladım. Yağmurun getirdiği çamurun pantolonuma bulaşmasını istemiyordum.

Paçalarımı tutatarak ilerlerken "Oldukça uzun topuklara sahip bir bot." diyen James'e baktım.

James gülüp gülmeme arasında kalırken yalandan gülümsedim. Kısa boylu kızlar hep dalga geçilen ama tercih edilen kızlar olmuşlardır. 

O da gülümserken "Bence ihtiyacın yok." dedi eve ilerlemeye başlayıp. 

Bir şey demeyip yürümeye devam ettim. Topuklu ayakkabım olmayınca yer yüzünden siliniyordum, neyse ki beni öyle gören olmayacaktı. Kısa boylu olmam kimsenin alay konusu olamazdı. Özellikle bir erkeğin. 

Müstakil evin açık olan demir parmaklıklı kapısından içeriye girerken James, yapıştırılmış olay yeri inceleme şeritlerini yukarıya kaldırıp kapıyı kontrol ediyordu. Kapı ahşaptan yapılmış pürüzsüz görünüyordu. 

"Zorlama yok."

İçeriye adım attığımızda önce ölü köpeği gördük. Etrafı tebeşirle çizilmişti ve fotoğrafları çekiliyordu. Biraz eğilip baktığımda köpek ağzının sol kısmına birden fazla yara almış gibiydi. Kurşun ya da başka bir silah olduğu anlamak zordu, çünkü parçalanmıştı. Not defterime gördüklerimi eklerken yürümeye devam ettik.

Olay yerini incelemeye devam eden ekibin arasından çalışma odası olduğunu gösteren dağınık bir yere girdik. Fotoğrafları çekilirken masada oturur halde olan adama yakından baktım ve kafasından tek bir darbe almıştı. Bu yara kurşun yarasına benziyordu ve yakından ateş edilmiş gibi görünüyordu. 

James lateks eldivenleri giyinip adamın kulağına baktı. Kulağında takılı olan kulaklığı çıkardı ve sesli bir şekilde müzik sesi duyuldu. James kulaklığı adamın kulağına tekrar takıp geri çekildi. Masada duran ve adamın uğraştığı bilgisayara baktı. Dikkat çekecek bir şey görünmüyordu. 

Salona doğru ilerlerken koridorda ki kan izleri sessiz gerçekleşen cinayeti bozmuş gibiydi. Yerlerde damla damla halıya bulaşan kan belli ki birkaç darbe sonrası salona kaçan genç kıza aitti. Genç kız kafasına aldığı darbe ile yüz üstü cam sehbanın üzerinde yatıyordu. Bu darbe kurşun yarasına benzemiyordu. Daha çok kıza işkence etmek için defalarca kafasına vurulmuş gibiydi. Etrafta silah aradığımda bir şey göremedim. 

Not defterime düşüncelerimi yazarken yatak odasına ilerledik. Yatağında yatan kadın kafasının sağ tarafına aldığı darbe ile ölmüştü. Yastık kan gölüne çevrilmiş haldeydi. Bu da kurşun yarasına benziyordu ve yakından ateş edilmiş gibiydi. Sadece kızın farklı bir silahla öldürülmesi garipti. Son notlarımı ekleyip defterimi kapattım.

Evin çıkışına yönelirken çatık kaş patronumuz Texeria göründü. Adım adım bize doğru geliyor, biz de ona doğru gidiyorduk. Sonun da ortak bir noktada durduk. Birbirimizin yüzüne baktık. 

Texeria beni şüpheyle incelerken not defterimde bakışları sabitlendi ve "Ne buldunuz?" diye sordu.

Bana bakıyordu ama James'in cevaplamasını bekliyordu. 

James "Kırk beşli yaşlarında bir çift ve genç kızları." derken ben de "Bir de ağzından birden fazla darbe alarak ölen köpek var." diye ekledim heyecanla.

Texeria yeni tıraş olmuş yüzüne parmakları ile düşünceli halde dokunurken "Peki cesetleri kim bulmuş?" diye sordu James'e bakarak.

James de "Evin büyük oğlu bu sabah bulmuş ve polisleri aramış. Polislerde Tehlikeli ve Seri Suçlar'a yani bize yönlendirmiş." dedi ve evin dışına yürürken "Bizi birimde bekliyor. Burada sorgulanacak kimse yok." diye ekledi.

...

Masamın üzerine yeni kaybettiğim kedimle birlikte çekildiğim çerçeveli fotoğrafı bırakırken işlenen cinayet aklımı kurcalıyordu. Cinayet silahları hiçbir yerde yoktu. Ayrıca cinayetin işlendiği silah tespit edilememişti. İki yara tabancadan çıkan kurşunun açabileceği deliklerdi kurbanların kafasında bulunan delikler. Sadece kızı öldüren cinayet silahı ne olabilirdi? 

"Ne düşünüyorsun?" 

İşittiğim soru ile irkildim ve James elini omzuma koyup "Üzgünüm korkutmak istememiştim." diyerek telkin etmeye çalıştı.

Asılsız korkumu durdurup kendime geldim ve mahcupça gülerken "Sadece cinayet silahını ve kızın hangi silahla öldürüldüğüni düşünüyordum." diye yanıtladım.

James masasına ilerlerken "Sanırım herkes bu cinayeti düşünüyor." dediğinde Texeria "Düşünmek sizi bir yere götürmez. Bana kesin bir şey söyleyin, o silahı bulun." diye emretmişti yanımızda belirerek. 

Gözlerimi istemsizce devirip masamı yerleştirmeye devam ettim. O sırada Texeria yanıma gelmiş ne yaptığıma bakıyordu. Duraksayıp yüzüne baktım. Kaşları değişmeyen bir halde hala çatıktı. Sinirli miydi? 

Kollarını birbirine bağlayarak "Bu gereksiz işi bırakıp sorguya ne zaman gireceksin?" diye sordu yüz ifadesini değiştirmeden.

"Ben mi?"

Şaşkınca ve oldukça yüksek çıkan ses tonum ile bu soruyu sormuştum. Birimde çalışan her polis bana baktı ve ardından işlerine geri döndüler. Sanki aslanın ağzından yemeğini almış sırtlan gibiydim. 

Texeria dışarıya derin nefes bırakırken sert ses tonuyla "Sana denileni yap, sorgulama!" deyip arkasını döndü ve yürümeye başladı.

James'e bakıp ne olduğunu anlatmasını istedim ama Texeria yerinde durup bu sefer "Gel!" diye bağırdı.

Bir anlık irkilme ardından Texeria'nın peşine takıldım. Bu adamın kesinlikle sinirleriyle bir problemi vardı. Sürekli kaş çatmak ve bağırmak kolay alışkanlık olamazdı. 

Gri duvarlarla çevrili sorgu odasına girdiğimizde sorgu odası ile aramızda ki camın önünde durduk. Camın ardında saçları kazınmış, boynundaki altıpatlar dövmesi gözler önünde ama giyimi iyi aile çocuğu olduğunu düşündüren bir genç adam duruyordu.

"Düşünmeyi bırak ve ne görüyorsun söyle!" 

Emredici ve yüksek ses tonu ile camda görünen yansımasına baktım. Hali hazırda onunda yansımama baktığını gördüm. Aceleci davranarak, benden bir cevap vermemi bekliyordu. 

Onun emredici tavırlarına karşılık "Ailesi katledilmiş bir çocuk görüyorum." dedim şüphe ile yansımasına bakarken.

Cevabımın doğruluğundan şüphe ediyordum. 

Texeria bakışlarını yansımamdan ayırıp kolları birbirine bağlı bir şekilde bana döndü ve "Tarafsız bir şekilde ne gördüğünü söyle." dedi az önceki ses tonuna nazaran alçak sesle.

Ses tonu sebebiyle doğru yolda ilerlediğimi düşündüm. 

Camın ardında ki genç adama dikkatlice baktım ve "Uyumsuz." dedim.

Texeria açıklama bekler gibi bakarken "Giyimi toplumda karakterini yansıtırken içinde tuttuğu ve dışarıya bir iz bıraktığı dövmesi iç karakterini, deli dolu tarafını gösteriyor. Kendisiyle bir çatışma içinde ve tutarsızlıklarını fiziksel olarak belli ediyor ama farkında değil." diyerek konuşmaya devam ettim.

Texeria tekrar cama dönüp "Şimdi düşün! Ailesi katledilen biri mi, yoksa ailesini katletmiş biri mi?" diye sordu ciddi halinden ödün vermeyerek.

Çaktırmadan onu incelerken içimde fidanlanmaya başlayan hayranlık duygusu baskın gelmeye başlamıştı. Gereksiz ve yersiz bağırışları ile içini öfkeyle dolduran adam, entelektüel kişiliği ile sizi hayran bırakmaya zorluyordu.

Bu adama ya hayran olacaktınız ya da öfkeli. Tercih yapma hakkınız yoktu. 

...

Bölüm sonu.